Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

Altın Portakal izlenimleri: "Uluslararası Seçki"

Altın Portakal izlenimleri: "Uluslararası Seçki"
Yazar: Fırat Sayıcı 50. yılda 10.kez Altın Portakal’da olmanın gururunu yaşadım. Üstelik Uluslararası Siyad jürisinde Murat Erşahin ve Burak Göral’la birlikte görev aldım. Hem zorlu hem de keyifli bir görevdi. Oldukça başarılı bir ilk film olan “Tuhaf Kedicik”i seçtik.

İlk günler hava oldukça serindi. Özellikle akşamları… Ancak hafta sonu yaklaştıkça sıcaklık arttı, yüzler güldü. Sabahları genelde denize giren konuklar öğleden sonra sinema salonlarına akarak yeni filmlerle tanıştılar. Uluslararası Siyad jürisinde yer aldığımdan dolayı, ulusal seçkiden sadece “Meryem” ve “Sev Beni”yi izleyebildim. Dolayısıyla da ulusal seçki konusunda çok fazla söz sahibi değilim. Ancak, birçok arkadaşımdan ulusal seçki filmlerinin büyük çoğunluğunun kötü olduğunu duydum. Tabi bunlar kişisel görüşlerdi. Kimileri ön jüriyi suçladı. Ön jüriden birkaç isimle bu konuyu ayaküstü konuşma fırsatım oldu. Hepsinin söylediği, geride kalan filmlerin çok daha kötü olduğuydu. Hatta kulak misafiri olduğum bir konuşmada ön jürinin normalde 5 film seçmesine rağmen AKSAV yönetiminin film sayısını 10’a çıkartmak için onlardan ricada bulunduğunu duydum. Ne kadar doğru bilemem… Bu bağlamda da ön jüriyi suçlamanın çok da anlamlı olmadığını düşünüyorum. Sanki son yıllarda Türk sineması şaha kalkmış, gişe rekorları kırmış, uluslararası alanda büyük başarılara imza atmış, Oscar’lar almış da bizim haberimiz yok. 

 

Neyse, ben tamamını izleme şansına eriştiğim uluslararası seçkiden bahsedeyim, elimden geldiğimce. 

 

“Köksüz” Altın Koza’da güzel başarılara imza atan, bilindiği gibi yetkin bir filmdi. Ben Adana’da izlediğimde çok sevmiştim. Deniz Akçay çıtayı yüksekten başlattı. Sonraki projelerinde işi daha zor olacak. 

 

Aslen çiftçilikle geçinen ikiz kardeşleri ilk kez kamera önü deneyiminin kucağına atan bir işti “Gençlik”… Senaryosunun sarkan kısımlarını ve bir türlü oturtamadığı kara mizah unsurlarını saymazsak akıcı, çarpıcı bir filmdi. En önemlisi de İsrail’de işlerin dışarıdan görüldüğü gibi çok da güllük gülistanlık olmadığını gözler önüne seriyordu.    

 

Nazi soykırımına yönelik çok film izledik hayatımız boyunca. “Ölüler ve Yaşayanlar” da bunlardan biri. Çok sevdiği dedesinin bir SS subayı olduğunu öğrendikten sonra hayatı farklı bir yola giren Sita’ya odaklanıyordu film ve maalesef yeni bir şeyler söyleyemiyordu.

 

“Son Şans”, Beşir’le Dans filmiyle tanıdığımız Ari Folman’ın Hollywood işi. Robin Wright ve Harvey Keitel’in başrolde oynadıkları yarı kurmaca yarı animasyon Son Şans, izleyicisine farklı bir seyirlik vaad ediyor. Ancak itiraf edeyim ki animasyon kısmın sonlarına doğru biraz baygınlık geçirebilirsiniz. 

 

Güzel bir kız arkadaşı olan heteroseksüel bir yüzücünün, karşısına çıkan yakışıklı bir homoseksüele karşı gelişen duygularını konu olan, zor bir filmdi “Dalgalanan Gökdelenler”. İyi yönetilmiş, iyi oynanmıştı. Ancak bu birinci olmasına yetmedi…

 

15’e yakın (ağırlıklı olarak) sabit plandan oluşan izlemesi zor filmlerden biri de “Bükreş’e Gece Çöktüğünde ya da Metabolizma” idi. Doğaçlama ve uzun repliklerin altından başarıyla kalkan Bogdan Dumitrache ve Diana Avramut alkışı hak ediyor. Ama filmin geneli için aynı görüşü savunmuyorum.

 

Sevmediğim filmlerden biri de “Gündüz Gözüyle” adlı Mısır filmiydi. İlk 20 dakika seyircisine cehennem azabı yaşatan film sonlara doğru bir şeyler gevelemeye çalıştı ama maalesef amacına yaklaşamadı bile. Üzgünüm…

 

Duygusunu çok sevdiğim, siyah beyaz ve stilize bir çalışma olan “Kahramanlarımız Bu Gece Öldüler” David Perrault’un ilk uzun metrajlı çalışması. 1960’lı yıllarda Paris’te hayatlarını sahte (önceden çalışılmış) dövüşlerle kazanan iki adamın hikayesini anlatan filmin tek eksiği altını dolduramadığı deneysel/denemeci sahneler idi.

 

Ana jürinin birincilik ödülünü neden verdiğini bir türlü anlayamadığım “36” Tayland yapımı bir film. Deneysel ya da kurmaca bir kısa film olarak çok rahat 20 dakikada anlatılacak bir hikayeyi anlamsız yan öykülerle boğan 36 bana göre hayal kırıklığıydı. Elbet ana jürinin bir bildiği vardır.  

 

Gelelim Siyad jürisi olarak verdiğimiz “Tuhaf Kedicik”e. Seyrettiğimiz ikinci filmdi. Açıkçası izlerken çok da keyif almamış, hatta bana filmi soran birkaç arkadaşa hakkında pek olumlu şeyler söylememiştim. Ancak film dimağımda demlendikçe ve de ondan sonra gelen diğer filmleri gördükçe “Tuhaf Kedicik” anlam kazandı. Dinamik müziği de cabası. Alman yönetmen Ramon Zürcher’in sonraki işlerini özenle takip etmeli.

 

Sonuçta genel olarak keyifli bir festival olduğunu söyleyebilirim. Kusursuza yakın bir organizasyonla 50. yıla yakışır bir hafta oldu. Daha nice yıllara Altın Portakal!  

 

Fırat Sayıcı

twitter.com/firatsayici

 

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter