(8.0/10)
Üye: Melis Zararsız
|
Temelde bir baba kız ilişkisini ele alan bu trajikomik film, bir yandan kurumsal hayatın insanları nasıl da robotlaştırdığını bu denli yakın bir perspektiften anlatabilmesi adına çok değerli bir yapım. Uzun bir film ve diyaloglar çok bol fakat bir o kadar da zengin ve tatmin edici. |
1976 doğumlu Alman kadın yönetmen Maren Ade’nin üçüncü uzun metraj yönetmenlik denemesi Toni Erdmann. Filmin en kuvvetli gücü olan senaryosu da kendisine ait. Peter Simonischek’in canlandırdığı Winfried Conradi, filme adını veren Toni Erdmann diye bir karakter yaratarak, sürekli cebinde taşıdığı takma çarpık dişleri takıp, arada bu imajını perukla da besleyerek yaptığı şakalarla, gündelik yaşamdaki sıkıntıların üstesinden gelmekte olan yaşlıca bir adam. Köpeğiyle Almanya’da yaşıyor, yalnız. Daha sonra aslında 30’lu yaşlarında bir kızı olduğunu öğreniyoruz. Winfried’i, eski eşinin evinde işkolik kızı Ines’in (Sandra Hüller) doğumgününün erken kutlandığı bir günü takip ederken baba kızın aralarında belli belirsiz bir mesafe olduğunu fark ediyoruz.
İşkolik Ines artık Bükreş’te yaşamaktadır. Babası o günden sonra kızına sürpriz bir ziyarette bulunur. Bu ziyarette yaşananlar baba kızın ilişkilerini ve birbirlerine olan tezatlıklarını daha net hissetmemizi sağlıyor. Filmde hiç yeri olmasa da Ines’in çocukluğunda babasından yeterince sevgi görmediğini ve bir şekilde mükemmeliyetçi yetiştirildiğini hissediyoruz. Yaş kemale erince de Ines bu sevgisizliği ve mükemmeliyetçiliği bastırabilmek için işkolik ve soğuk bir kadın olup çıkmıştır. Öyle işkolik ve soğuk ki, iş yerindeki seksist yaklaşımlara tepki bile vermeyecek kadar “sistem insanı” olmuş durumda Ines. Fakat içinde kopan fırtınalar da hissediliyor. Kadın erkek ilişkilerinde de, arkadaşlıklarında da, iş arkadaşlarıyla olan durumunda da hep bir sakatlık seziyoruz. Ines adeta yaşıyor olmak için yaşıyor, sanki bazı şalterleri kapatmış, aşırı yoğun çalışarak günü öldürüyor ve ertesi güne yine bir robot olarak devam ediyor. Günümüz kapitalist düzeninde, sokakta gördüğümüz üç kişiden biri aslında Ines ne yazık ki…
Kızının bastırdığı mutsuzluğu ve yalnızlığı fark eden, ve onun kadar mutsuz ve yalnız olsa da bunun çözümünü mizahta bulmuş olan baba, neredeyse rahatsız edici bir ısrarla kızının gerçeklerle yüzleşmesi, rahatlaması ve hayatını yaşaması için elinden geleni ardına koymuyor, sınırları aşıyor. Haydi Ines, diyorsunuz izlerken, babanın genlerinden sana hiç mi bir şey geçmedi, biraz rahatla!
Temelde bir baba kız ilişkisini ele alan bu trajikomik film, bir yandan kurumsal hayatın insanları nasıl da robotlaştırdığını bu denli yakın bir perspektiften anlatabilmesi adına çok değerli bir yapım. Uzun bir film ve diyaloglar çok bol fakat bir o kadar da zengin ve tatmin edici. Babanın da kızın da karakter çözümlemeleri çok derin ve oyunculuklar bu derinliği şahlandırmış.
Yönetmen Maren Ade, senaryoda yazarken Winfried’in Toni Erdmann oluşunu Amerikalı komedyen Andy Kaufmann’ın Toni Clifton karakterini üretmiş olmasından ilham alarak yazdığını söylüyor. Yönetmenin üçüncü uzun metrajı olan Toni Erdmann, bu sene Oscar yarışında en iyi yabancı dilde film adaylarından biri.
Yalnızlık, iletişimsizlik, aile bağları, birey olmak, toplumsal düzen, beklentiler, psikolojik bozukluklar ve yaşamla mücadele etme dürtüleri, biraz mizahın her şeyi ne denli değiştirebileceği üzerine komik, trajik, düşündüren, tatlı, değerli, çılgın, cesur bir film Toni Erdmann. Genç yönetmeni de takibe devam!