Popüler Sinema

Paylaş
Dosyalar

Antolojik ya da skeçli filmler

Antolojik ya da skeçli filmler
Üye: Kerem Akça “Sadakatsizler”in vizyona girmesiyle gündeme gelen, bizde ‘skeçli film’ adıyla bilinen ‘anthology film’ konsepti, ‘kısa filmler’den uzun metrajlı bir film inşa eden eserlere verilen addır. Sinemada ya önde gelen sanat filmi yönetmenlerinin ‘festivaller’e uygun projeleriyle, ya da ‘korku’ kitlesini hedefleyen ‘korkutucu-ürkünç hikayeler’den oluşmasıyla bilinir.

 

Sinemada ‘double feature’, ‘triple feature’, ‘serial’ gibi kavramlar büyük oranda ticari geri dönüş için uygulanmıştır. Hollywood’un da dünya sinemasının da erken döneminde korku, bilimkurgu, fantastik ve suç filmi için böylesi bir ‘çark’ işlerken, daha ucuz üretim de bu sayede paraya para demez hale geliyordu. Ancak elbette ‘serial’ yani ‘sinema dizisi’ üretimi de Doktor Mabuse, Les Vampires ve Buck Rogers gibi karakterlerden 200 dakikayı aşkın ‘serüven’ler yarattı.

 

Bunlar polisiye araştırması veya süper kahraman macerası fark etmeden bir anlamda kitlesini doyurmaya alışıktı. Bunlar şimdilerde TV dizilerine sirayet eden bir iz bırakırken, sürekli de ‘kısa olsun ama çok malzeme versin’ gibi bir tüketim toplumu düşüncesi etrafı sarıyordu. Sinemanın kökeninde böylesi bir ticari bakış, çabuk tüketim duygusu ya da yanılsaması var aslında. Bu da büyük oranda ‘anthology film’, ‘episode film’ ya da ‘omnibus film’ adıyla bilinen, bizde ise ‘skeçli film’ olarak kullanılan formata yansımış durumda.

 

 

 

O da nedir? Genelde birden fazla yönetmenin kısa filmlerini içeren, onları birbirinden ayırıp farklı zevk aşılayan film parçalarının kurguyla arka arkaya yerleştirilmesi esasen. Zaman zaman bir anlatıcı ya da birleştirici ile bir araya gelen bunlar da bir şekilde hedefini ‘tema’ çevresinde toplar. Bununla ilgili filmler ya her filme farklı yönetmen ismiyle (çoğunlukla) ya da tek bir yönetmenin tekil işiyle aradan sıyrılır. Genelde ‘toplu üretim’ olduğu için hepsiyle değişim yaratma, bambaşka bakış açıları sergileme gibi ‘büyük hedefler’ tutmaz aslında.

 

Bu filmler ise genelde ya dünya sinemasından önemli filmlerin, sanat sinemasına uygun yönetmenlerin birleşmesiyle ya da korku alanındaki ürünlerle kendilerine temsil bulmuşlardır. Bu durum sonucunda da festivallerde ‘kapış kapış’ gitseler de tek yönetmenli versiyonlar dışında ‘kalite’ aşılama konusunda bir akılda kalıcılık sunamamışlardır.

 

 

Ancak bu düşünceyi sunarken Ealing Stüdyoları’nın korku denemesi “Dead of Night” (1945), Vittorio De Sica, Federico Fellini, Mario Monicelli ve Luchino Visconti’yi buluşturan “Boccaccio ‘70” (1962), Jean-Luc Godard, Ugo Gregoretti, Pier Paolo Pasolini ve Roberto Rossellini’yi birleştiren “Ro.Go.Pa.G.” (1963), Claude Chabrol, Jean Douchet, Jean-Luc Godard, Jean-Daniel Pollet, Eric Rohmer ve Jean Rouch’ı bir araya getiren “Six in Paris” (“Paris vu par...”, 1965) Federico Fellini, Louis Malle ve Roger Vadim imzalı “Olağanüstü Hikayeler” (“Histoires Extraordinaires”, 1968), Yeni Alman Sineması’nın mihenk taşı ürünlerinden “Almanya’da Sonbahar” (“Deutschland im Herbst”, 1978), Martin Scorsese, Woody Allen ile Francis Ford Coppola’dan çıkan “New York Stories” (1989), Ümit Ünal, Selim Demirdelen, Ömür Atay, Kudret Sabancı ile Yücel Yolcu imzalı “Anlat İstanbul” (2005), Leos Carax, Bong Joon-Ho ve Michel Gondry imzalı “Tokyo!” (2008)  ile Tom Tykwer’den Walter Salles’e Sylvain Chomet’den Alfonso Cuaron’a uzanan ‘yıldızlı’ bir yönetmen portföyüne sahip 20 parçalı “Paris, Seni Seviyorum” (“Paris, Je t’Aime”, 2006) bir kenarda saklanmalı.

 

 

Zira bu eserler toplu üretimin üzerine geçen bir yetkinlikle yönetmen evrenleri, temalar, mekanlar ve daha nicesi üzerine incelikli birer deneme ve dünya sinemasına kafa tutuş kıvamındalar. Tabii ‘entelektüel’ piyasa ile ‘korku hayranları’nı ilgilendirmeleri dışında yönetmenlerin sinemaları için de tutuş gücü olan eserler var.

 

Max Ophüls’ün ”Le Plaisir”i (1952), Roger Corman’ın “Tales of Terror”ı (1962), Masaki Kobayashi’nin Uzak Doğu korkularının ilklerinden “Kaidan”ı (1964), Freddie Francis’in “House of Horrors”ı (1965), Pasolini’nin metin kaynaklı “Decameron”u (“Il Decameron”, 1971), Woody Allen’ın “Seks Hakkında Sormak İstediğiniz Her Şey” (“Everything You Always Wanted to Know About Sex * But Were Afraid to Ask”, 1972), George A. Romero’nun “Creepshow”u, Taviani Kardeşler’in “Kaos”u (1984), Kurosawa’nın “Dreams”i (1990) ve Jarmusch’un “Gizemli Tren” (“Mystery Train”, 1989), “Night On Earth” (1991) ile “Kahve ve Sigara”sı (“Coffee & Cigarettes”, 2005) ilk bakışta akla gelen ‘not edilebilecek’ ürünler...

 

 

Ancak daha ziyade belli projeleri, yardım kampanyalarını veya politik olayları çerçevesine alır bu işler. “Aria”nın (1987) 10 küçük opera parçası içererek o sanata saygı duyması, “11'09"01 – September 11”in (2002) 11 Eylül olaylarını incelemek istemesi, “Dört Oda”nın (“Four Rooms”, 1995) Rodriguez-Tarantino bazlı belli bir sinemayı açığa çıkarma arzusu, “All the Invisible Children”ın (2006) kimsesiz çocuklarla ilgilenmesi veya “To Each His Own Cinema”nın (“Chacun Son Cinéma”, 2007) yitip gidecek sinema salonlarını ele alması normal bir süreçtir. Tabii Gezici Festival’in programından çıkmasıyla ‘sığ’ kalan Kars’a dair filmler sunan “Kars Öyküleri”ni (1980) de unutmayalım.

 

Bunlara “Eros” (2004), “Amazon Women on the Moon” (1987), Fatih Akın’ın filmini de içeren “Seni Seviyorum New York” (“New York, I Love You”, 2009) ile geceyarısı sineması adına devreye giren “Trapped Ashes” (2006), “Üç” (“Saam gaang”, 2002) “Üç Sıradışı” (“Saam gaang yi”, 2004) ve bilimkurgu öyküleri sunan “Kıyamet Kitabı” (“The Doomsday Book”, 2012) da eklenebilir. Ancak son dönemden bir korku durumu varsa  “Cadılar Bayramı Katliamı” (“Trick r Treat”, 2009), sanat sineması açığa çıkacaksa Tokyo, Paris ve Ümit Ünal mamulü İstanbul temsillerindeki profesyonellik örnek alınmalı.

 

 

 

Kerem Akça


twitter.com/kerem_akca

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter