Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

ÜÇGENİN DIŞINA ÇIKMAK!

ÜÇGENİN DIŞINA ÇIKMAK!
Yazar: Seda Aktaş

“Turist / Force Majeure” (2014) ve Altın Palmiyeyi kazandıran “Kare / The Square” (2017) gibi filmleri ile tanınan İsveçli yönetmen Ruben Östlund, 2022 Uluslararası ortak yapım olan  “Triangle Of Sadness /Hüzün Üçgeni” adlı filmi ile, bir kez daha altın palmiyeyi kazandı. “Hüzün Üçgeni”  28 Ekim Cuma itibari ile Türkiye’de vizyona girdi. Harris Dickinson, Charlbi Dean, Dolly de Leon, Zlatko Burić, Henrik Dorsin, Vicki Berlin ve Woody Harrelson gibi oyuncuların yer aldığı film, sosyal sınıflar arasındaki eşitsizlik ve değişen güç dengeleri üzerine odaklanırken, temelinde bütün sosyal kimlikler ve toplumsal roller üzerine düşünmeye yönelten bir öykü anlatıyor.


“Hüzün Üçgeni” , “Carl ve Yaya”, “Gemi” ve “Ada” adlı üç epizoddan oluşuyor. Çarpıcı bir açılış yapan film, modellik dünyasının görünürde şaşalı yapısını aktarırken, podyumu izleyen seyircilere yönelttiği kamerası ve burada var olan koltuk kavgasını bize göstererek, kamerasını şaşalı sahnenin arka planına yöneltiyor.  Modelleri gösterirken aslen tüketim toplumun tüm bireyleri metalaştıran yapısını vurgulayan ve Guy Debord’un  “gösteri toplumu”nda bahsettiği birçok unsura işaret eden bu bölüm içerisinde, podyumdaki sahnede gördüğümüz “İyimserlik Kılığına Bürünmüş Alaycılık” sloganı, aslında filmin sonraki bölümlerinde göreceklerimizin habercisi gibi. Filmin adında yer alan üçgen metaforu, yaşam üçgeni denilen ve yaşamda kalmak için bulunması gereken o yaşam boşluğunu bir metafor olarak akla getirirken, sosyal anlamda da bizler için inşa edilen toplumsal düzen ve sistemin dışına çıkmanın pekte mümkün olmadığı bir üçgene işaret ediyor ve bunu insan doğasına bağlıyor.  


Filmin ilk epizodu “Carl ve Yaya”, modellik yaparak geçimlerini sağlayan genç çift Carl ve Yaya’nın ilişkilerindeki dinamiklere odaklanıyor. Bölümde, Carl ve Yaya’nın toplumsal cinsiyet rolleri üzerine tartışmalarına neden olan, restorandaki hesap ödeme sahnesi, filmin üçüncü epizodu olan “Ada” bölümünde, Carl ve Yaya’nın rollerindeki değişim ile daha bir anlam kazanıyor. Filmin ikinci ve şahsen hem estetik hem tematik anlamda en ilgi çekici bulduğum bölümü olan “Gemi” de ise, çalışanlar ve misafirler arasındaki hiyerarşi ve sınıfsal ayrım belirgin şekilde gösteriliyor. Burada, sınıf çatışmasının birazda didaktik bir biçimde, belirgin ve gözümüze sokulan, hatta klişe denilebilecek imajlar üzerinden verildiği söylenebilir.  Ancak bu bölümde, yönetmenin ustaca seçtiği imgeler ve çekim tercihleri ile, konuya paralel ilerleyen imajların, sinematografik anlamda oldukça başarılı biçimde sunulması, filmin aslen yapmak istediği şeyin, zaten bu kadar gözümüzün önünde olana, yeniden ve yeniden işaret etmek olduğunu gösteriyor. 


Bölümün en etkileyici sahnelerinden biri, geminin fiziksel olarak dengesinin bozularak iki yana sallanması ile paralel verilen ve karakterlerin bir sonraki bölümde yaşayacakları güç dengesindeki değişim, iki kutuplu dünya düzeni, toplumsal ve sınıfsal hiyerarşi gibi birçok unsura işaret eden sahne. Rus milyader Dimitri’nin kendi tanımlaması ile-  Marksist bir Amerikalı Kaptan ve Kapitalist bir Rus milyaderin - ideolojik ve yer yer sosyolojik boyuta varan tartışması, filmdeki kanalizasyon sisteminin patlaması ve ortaya saçılan dışkılar ile diğer bölüm olan “Ada”ya ve adada, gemide tuvalet temizleyicisi olan Abigel’in değişecek olan statüsüne bizi hazırlıyor. 


Üçüncü bölüm olan “Ada” da ise, gemideki patlama sonrası sağ kalan ve ıssız bir adaya varan karakterlerin, toplumsal statülerinden bağımsız olarak neler yapabileceklerini görmekteyiz. Burada, var olan neredeyse tüm dengelerin değiştiğini ve yaşamda kalma becerisine sahip olan tek kişi olarak Abigel’in bu becerisi sayesinde diğer kalanlar üzerinde tahakküm kurduğunu görüyoruz. Burada Abigel’in yakılan ateşin başında tuttuğu ahtapotun parçalarını, kaptanın kim olduğunu sorarak, kendi adının söylenmesi karşılığında dağıttığı sahne, artık gemideki dengelerin ters yüz olduğunu gösteriyor. İnsan doğasına işaret eden Östlund, birazda köle efendi diyalektiğine gönderme yaparcasına, güç ve iktidar sahibi olanın, var olan düzeni değiştirmek ve şikayetçi olduğu eşitsizliği gidermek yerine, aynı düzeni devam ettiren başka bir model kurduğuna dikkat çekiyor. Adaya düşen yolcular, yaşamda kalma iç güdüsü ile hareket ederken, ilk insan topluluklarına, avcılık ve toplayıcılık olgusuna, duvarda çizilen mağara resimlerine kadar yapılan göndermeler ile cinsiyet rollerinin oluşumuna dair ip uçları veriliyor. 


Abigail’in ilk baştaki hareketi ile,  gemide emek göstermeden sınıfsal üstünlük kuran kişilerin, emek karşılığında kazanımları olması fikri adil  gözüküyor. Ancak Abigail burada,  yaşamda kalma becerilerini diğer yolculara öğretebileceği, daha eşitlikçi bir düzen kurmak yerine, öğrenmiş olduğu ve içselleştirdiği, sömürüye dayalı bir sistem kuruyor. Burada gemideki personel şefi Paula’nın, ilk başta biat etmeyi reddedecek iken, iktidar sahibi olanın  Abigail olduğunu anladığı anda onun yanında yer alması ve sistemin koruyucusu haline gelmesi, aslında sistemlerin kurucularından çok onlardan nemalanan kişiler tarafından sürdürüldüğünün göstergesi. Filmde dengeler ve roller nerdeyse her karakter için değişirken, Paula bu yönüyle, içine girdiği kabın şeklini alan ve değişmeyen karakter oluyor. İnsan doğasına odaklanan Östlund, ana karakterler olarak tanımlanabilecek Carl ve Yaya’nın ilişkisinde, Yaya’ın ona bakabilecek biri ile birlikte olmak istemesini eleştiren Carl’ın, “Ada” bölümünde ona bakan kişiye bedenini sunduğunu ve yaşamda kalma içgüdüsü söz konusu olduğunda yaşadığı değişimi gösteriyor. “Ada” bölümünü izlerken, karakterlerin farklı tercihler yapabileceği ve anlatı yapısının değişeceği bir çok yer söz konusu iken, hikaye ana yoldan sapmadan, alışkın olduğumuz klişeler üzerinden ilerliyor. 


Yönetmenin kendi ifadesi ile  Bunuel’e gönderme yaptığı film,  “Burjuvazinin Gizli Çekiciliği / Le Charme Discret De La Bourgeoisie”ye (1972)  yakın bir tonda hiciv içeriyor.  Östlund, imgeleri ustaca kullandığı, yer yer alegorik anlatımlara başvursa da, şahsen bilinçli olarak tercih ettiğini düşündüğüm, görünen imgelerin işaret ettiği nesne ile yakınen örtüştüğü bir dili tercih ettiği ve klişeler üzerinden ilerlediği filminde, 2 saat 20 dakikayı böldüğü 3 ayrı bölüm ile, izleyiciyi sıkmadan iletisini ustaca aktarıyor. “Hüzün Üçgeni”, Östlund filmografisinde ilk sıraya koymasam da, yönetmenin tarzını sevenler için, diğer yapımlarına benzer tonda ilerleyen, keyifle izlenebilecek bir film olarak yerini alıyor. 

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

RÖPORTAJLAR

Aziz Alaca: “Kısacıların birçok uzuncudan...

Aziz Alaca: “Kısacıların birçok uzuncudan...

Fırat Sayıcı

Filiz Kuka: “Filmde ölüm bir amaç değil ...

Filiz Kuka: “Filmde ölüm bir amaç  değil ...

Fırat Sayıcı

Salvatore Schirmo: "İtalyan sineması...

Salvatore Schirmo: "İtalyan sineması...

Fırat Sayıcı

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter