Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

Cannes 2012 genel değerlendirme

Cannes 2012 genel değerlendirme
Yazar: Cannes’dan son yazımı yazdığımda sonuçlar belli olmamıştı daha. Ne uzun metraj yarışmasında, ne de yan bölüm “Belirli Bir Bakış”ta Türkiye’den bir film yoktu. Buna rağmen hem Rezan Yeşilbaş’ın kısa filmi “Sessiz”in kazandığı Altın Palmiye’yle, hem Nuri Bilge Ceylan’a verilen “Altın Fayton”la (film yönetmenlerince verilen bir ödül) hem de Fatih Akın’ın “Cennet bahçesindeki Çöplük” adlı belgeseliyle dünyanın bu en büyük ve en önemli film festivalinde yerimiz hiç de fena değildi.

 

“Sessiz”e ilk ödülü benim de içinde yer aldığım Akbank Film Festivali jürisi vermişti. Belçim Bilgin’in başrolünde yer aldığı film Yeşilbaş’ın babasının yaşadığı gerçek olaylardan esinlenmiş. 1984’te Diyarbakır Cezaevi’nde korkunç şeyler yaşanıyor (o dönemde Türkiye’nin bütün cezaevlerinde yaşandığı gibi ama daha fazlasıyla). Mahpuslarla görüşmecilerinin Kürtçe konuşmaları yasak. Dolayısıyla, Türkçe bilmeyen birçok kadın kocalarıyla, oğullarıyla, kızlarıyla konuşamıyorlar. Duvarlarda sloganlar var: “Türkçe Konuş, Çok Konuş!” diye. Faşizm bu yasakla yetinmiyor, mahpuslara dışarıdan giyecek getirmek de yasak. Oysa Kürt mahpusun ayakkabıya ihtiyacı var. Karısı, bir erkek ayakkabısı alıyor ve ayağına giyip, görüşmeye gidiyor. Neyse ki görüşme açık, karşılıklı oturabiliyor görüşmeciyle mahpus. Ve bir gerilim filmine taş çıkartacak bir operasyonla, masa altından ayakkabılar jandarmalara fark ettirmeden değiştiriliyor. Bir derdi, bir meselesi olan filmler daha çok iz bırakıyor. Yeşilbaş’ın filmindeki mesele o kadar yakıcı ki… Cannes’da yarışan diğer kısa filmleri görmedim ama “Sessiz”in kazanmasını da sürpriz görmüyorum: Tebrikler Rezan, tebrikler Belçim ve filme emeği geçen herkes.  

 

Uzun metraj yarışmasına gelince… Başka vesilelerle de yazmıştım, film festivalleri film izlemek için hem muhteşem fırsatlar sunan yerler hem de bu filmleri neredeyse en kötü koşullarda seyrettiğiniz yerlerdir. Hiçbir normal insanın ruhu günler boyunca birkaç film seyretmeye ihtiyaç duymaz. Hiçbir normal insanın ruhu sabahın 7-7:30’unda kalkıp film kuyruğuna girmek istemez. Sinema ya da genelde sanat, sonuçta bir keyif işidir. Sanat sindirilmek ister, üstüne (bilinçli ya da bilinçaltında) düşünülmek ister. Film uykusuz gözlerle, yorgun zihin ve bedenlerle tüketilecek bir şey değildir. Ama bunu söyledikten sonra, sanat, özelde sinema festivalsiz olmuyor da demek gerekiyor. Yaratıcı yönetmenlerin Cannes’a ve diğer festivallere ihtiyacı var. Cannes olmasa Nuri Bilge Ceylan “Bir Zamanlar Anadolu”dayı yapacak noktaya gelebilir, filmini Türkiye’de yüz elli bin kişiye izletebilir miydi? Sinema yazarlarının da festivallere ihtiyacı var. Bütün yıl konuşulacak filmler ilk kez festivallerde görücüye çıkıyor. Üstelik bu filmlerin birçoğunu başka türlü seyretme imkanımız olmayacağını biliyoruz!  

 

Cannes tabii ki sadece yaratıcı sinemanın mabedi değil, aynı zamanda büyük bir pazar yeri, büyük bir gösteri mekanı. Bizi ama sadece ilk işlevi ilgilendiriyor. Ne kırmızı halılarla, ne de alım satım işleriyle işimiz var. Peki Cannes’da yarışan her film hakikaten de o yılın en iyi filmlerinden biri mi? Geçen yılın birincisi Malick’in “Hayat Ağacı” Batı’da öyle karşılandı. Hemen hemen yılın en film listelerinin tümünde başı çekti. Ama mesela SİYAD’ın en iyi 10 yabancı film listesine onunculuktan dahi olsa giremedi. Bu enteresan bir durum ve film beğenisinin ne kadar öznel ve göreceli olduğunu gösteriyor. Fakat bu yıl böyle olmaz. Bu yıl Michael Haneke’nin Altın Palmiye’yi kazanan filmi bizde de listelerde başa oynar. Haneke son katıldığı Cannes yarışmasında da “Beyaz Bant”la Altın Palmiye almıştı. Bu yıl da “Amour”la (Sevgi/Aşk) aynı ödülü aldı. Beklenen bir durumdu. Screen dergisi festival boyunca hergün bedava bir dergi çıkarır ve bu derginin en arka sayfasında 10 seçkin eleştirmenin yıldızları yer alır. Bu yıl dört üzerinden 3 oratlamayı geçen sadece iki film vardı. Haneke’nin “Aşk”ı ve Christian Mungiu’nun “Tepeleri Ardında”sı. İkisi de 3.3 ortalama tutturdular. Ve ikisi de en önemli ödüllerden paylarını aldılar. Yargılarım daha sakin bir şekilde seyrettiğimde değişebilir ama ben Haneke’nin filmini beğenmedim. Hep yazarım, hep de yazacağım; Haneke’yi papaz tavırlı bulurum. İnsanoğlunu beğenmeyen ve azarlayan, ders veren bir papaz gibidir hazret. Eleştirisinin somut bir hedefi yoktur ama çoğunlukla görece genç kuşaklar bu “peder”in azarlarından nasiplerini alırlar. Bunları söylerken tabii ki Haneke’nin sinema diline hakim biri olduğunu kabul ediyorum. Haneke, bu filmine “Aşk” adını koyarken, “siz fanilerin ‘aşk’ dediğiniz şey ‘Hiroşima Mon Amour’daki gibi değil, işte böyle olur!” der gibi. Bunu şundan söylüyorum: Filmin kadın başrol oyuncusu Emmanuele Riva’nın en bilinen diğer filmi “Hiroshima Mon Amour”dur. Oradaki tutkulu aşka sanki “Amour”la bir kontr çekmiş Haneke. “Aşk”, demiş, “sevdiğinin kıçını temizlemektir gerektiğinde”. Terence Davies de aynı şeyi söylemişti bu yıl İstanbul Film Festivali’nde gösterilen “Aşkın Karanlık Yüzü”nde. Kuşkusuz öyle, sevdiğimiz zayıf düştüğünde yanında değilsek, onu gerçekten de sevdiğimizi söylemeyiz. Haneke kendisi söylüyor, bu filmi kendisini ve karısını düşünerek yazmış. Filmde yaşlı bir çift var. Kadın aralıklarla geçirdiği beyin kanamaları nedeniyle adım adım ölüme yaklaşırken, kocası ona özenle bakıyor. Bu “temsili ‘Haneke’ çifti”nin yalnızlığı sadece kızlarının ve kadının bir öğrencisinin ziyaretiyle bozuluyor. Birbirlerini bu kadar seven bu çift nedense çok yalnız, çevrelerinde insan yok, olanlar da doğrusu sevmeyi pek bilmeyen tipler. Kızları, ukalalık etmek ve ekonomiden söz etmek dışında anlamlı bir şey yapmıyor ve sonunda da babasından bir güzel fırça yiyor. Öğrenci desen, ne zaman ne diyeceğini bilemiyor ve görev icabı yaptığı ziyaret yaşlı çifte keyiften çok azap veriyor. Ben de merak ediyorum: Neden bu karşıtlık? Neden görece genç olanları bu aşağılama? Nasıl oluyor da bu sevmeyi bilen çift kendilerinden başkalarına, en başta kendi kızlarına sevmeyi öğretememiş? Açıkçası, bu acıklı hikayede ya ben çok duygusuzum, ya da önyargılıyım, bilemiyorum, ruhumda yaprak kıpırdayan çok az an oldu. Hiç olmadı değil ama olan anlar bana yetmedi.  Bir de cinayet sahnesi var ki her şeyin üstüne tuz biber ekti. Tabii, bir tek ben galiba filmdeki bu cinayeti, sadece cinayet olarak görüyorum. Keşke bir kez daha seyredip yazabilsem, keşke siz de seyretmiş olsanız, ben de rahat rahat yazsam neden söz ettiğimi. Haneke hayranları benden nefret edecekler, ne yapalım… Alışkınım.  Mungiu’nun filmi ise bir meselesi olan filmlerdendi. Mungiu, dinin, Ortodoks kilisesinin giderek güçlenmesinden ne kadar rahatsız olduğunu filmin kitapçığında anlatıyor. Çavuşesku’nun devasa ve Nazi mimarisini andıran ama nihayetinde Parlamento olsun diye Bükreş’in göbeğinde yaptırmaya başladığı bitmeyen binasına şimdi Ortodkos Kilisesi talipmiş. Tabii yüz milyonlarca Euro daha harcanması gerekiyor binanın tamamlanması için. Çamlıca tepesindeki müstakbel dev camiiye rahmet okutacak bu esere, hala şeytan çıkarmak gibi işlerle uğraşan, insan hayatını zaman zaman hiçe sayan bu kurumun talip olması ve genelde ülkenin laiklikten uzaklaşma tehlikesi Mungiu’nun konu seçimini belirleyen şeyler. Hem kürtaj hem de kürtaj yasağı karşıtı baş yapıtı “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün…”le Çavuşesku rejimine sert bir eleştiri getiren ve bileğinin hakkıyla Altın Palmiye’yi kazanan Mungiu’nun “Tepelerin Ardında”sı zamanla daha fazla anlam kazanan, insanın içinde büyüyen filmlerdendi. Senaryo ödülünden daha fazlasına layıktı film. Ki en iyi kadın oyuncu ödülü de filmin iki kadın oyuncusuna verildi. Kadın bedeni ve cinselliği üzerinde devletin uygulamaları konusunda filmler yapan Mungiu’dan bir tane de Türkiye’ye lazım. Acilen!

 

Bu yazının bu kadar uzayacağını tahmin edememiştim. Devamı başka yazıya…     

 

Cüneyt Cebenoyan

 

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

RÖPORTAJLAR

Filiz Kuka: “Filmde ölüm bir amaç değil ...

Filiz Kuka: “Filmde ölüm bir amaç  değil ...

Fırat Sayıcı

Cüneyt Karakuş: "Bu filmde ses rengi...

Cüneyt Karakuş: "Bu filmde ses rengi...

Fırat Sayıcı

Aziz Alaca: “Kısacıların birçok uzuncudan...

Aziz Alaca: “Kısacıların birçok uzuncudan...

Fırat Sayıcı

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter