Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

Dunkirk

Dunkirk
(7.5/10)
Yazar: Furkan Erkan

Christopher Nolan, bugün şüphesiz 21.yüzyılın en çok konuşulan yönetmenlerinden biri. Ülkemizde sinemaya karşı fazla heyecanı olmayan insanlar bile Nolan’ın sinemasına dair özel bir ilgi beslemekteler. Bunun oluşmasında da elbette Dark Knight serisinin (Batman’in karanlık tarafı ve Joker’in nihilist paradigması) ve Inception’ın (rüya içinde rüya teknolojisiyle zamanın uzamla paralel bir şekilde eğilip bükülme algısı) yadsınamayacak derecede büyük bir payı var. Öyle ki Nolan’ın sineması bunlarla sınırlı kalmayıp birçok sinemasevere göre ‘’Yeni 2001: A Space Odyssey’’ olarak nitelendirilebilecek Interstellar (solucan delikleri ve 5D kütüphane heterotopyası) ile de kendi şahikasını oluşturdu. 


Her ne kadar bilinç akışı tekniği ve karanlık temalarla haşır neşir olsa da Nolan, esasında kendi sineması içerisinde sadece klasik sinemanın anlatıları değil kendi kalıpları konusunda da ezber bozmuş bir sinemacı. Yeni hamlesi olan Dunkirk’te de bu tavrını hiç bozmamış. Tarihe ‘’Dinamo Operasyonu’’olarak kayda geçmiş Dunkirk tahliyesi bir bakıma Hitler’in İngilizlere sunduğu inanılmaz bir fırsattır. Almanlar karşısında zayıf düşen Fransızlara karşı destek için giden İngilizler bu süreçte Belçika-Fransa sınırındaki sahil kenti Dunkerque’de resmen kapana kısılır. Heinz Guderian liderliğindeki güçlü Nazi ordusunun o bölgeyi ele geçirmelerine ramak kalmışken Adolf Hitler’in aniden gelen talimatıyla operasyon 1 gün bekletilir. Fırsattan istifade edinilen bu 48 saatlik süreçte gerek savaş gemileriyle gerekse de balıkçı tekneleriyle 350.000 İngiliz ve Fransız askeri tahliye edildi. Yenilgi gibi görünen bu hadise daha sonra o dillere destan Normandiya Çıkarması’nın zeminini de sağlam bir şekilde oluşturacaktı. Adolf Hitler gibi gözü dönmüş gaddar bir tiranın neden böyle bir karar verip elindeki fırsatı teptiğiyse hala sır gibi saklanıyor.


Açıkçası Nolan, savaşın atmosferini seyirciye aksettirmek, onun yıkıcı etkisine, acımasızlığına ve dehşetine vurgu yapmak için karakterlerinin gelişimine odaklanmak yerine onları savaşın nesnesi konumu haline getirmeyi tercih ediyor. Belki bir hikayeleri, geçmişi, geleceği, idealleri, onları dört gözle bekleyen bir sevgili var ama bize bunu göstermiyor Nolan. Zira hepsinin kaderi bu ‘savaş’ denen olguda ortak. Ve film boyunca görüyoruz ki aslında her biri bu korkunç kabusun bir an önce bitmesini istiyor. Kimse havadan gelen Alman tehdidine karşın kendini mermilere veyahut bombalara karşı siper etmiyor. Bu konuda edebiyat parçalamıyor. Tek istedikleri eve dönmek. Nitekim ateş açılmasından dolayı deliklerden su alan krüvazördeki sıkışan askerlerin paçayı kurtarma adına diğer bir arkadaşını delikleri kapaması için öne sürdüğü bölüm akıllardan çıkacak gibi değil. 


Bunun yanında Nolan, düşman tarafı olan Alman askerlerini göstermeyip savaşı tam anlamıyla başrole taşıdğını bizlere yansıtsa da finalde Winston Churchill’in İngiliz donanmasını, askeri başarısını övdüğü demecin gazeteden okunduğu an ve sonrasında Normandiya Çıkarması’na yapılan gönderme filmin anti militarist çizgisine sekte vuruyor. Halbuki askerlerin trene binip derin bir uykuya dalmalarının ardından aksaydı son jenerik, belki de film daha kalıcı olabilirdi.


Ancak Christopher Nolan, her filminde olduğu gibi teknik açıdan hem görsel hem de işitsel anlamda müthiş bir sinemasal kalitenin ve deneyimin altından başarıyla kalkıyor. Yine Hans Zimmer’in tüyler ürpertici müzikleri savaş atmosferinin gerilimini birkaç seviye daha yukarı taşırken; Hoyte Van Hoytema da bu diken üstünde durumu görsel açıdan aktarmada hiç sıkıntı çekmiyor. 1:43:1 görüntü formatına sahip IMAX şovu da bu iki elementi inanılmaz bir şekilde harmanlayarak tam da Nolan’ın planladığı şekilde seyirciye ‘’Orada olma durumunu’’ tattırıyor. Haliyle daha açılış itibarıyla tüfeklerin, bombaların patlamasını ve özellikle de jetlerin gürlemesini (hoş IMAX tanıtımlarında da ‘’Bir jetin gürlemesini de size sunabiliriz’’ iddiasını görüyoruz) film bittikten sonra da kafamızda hala duyacak olmamız olağan. Öyle ki önümüzdeki Oscarlarda şimdilik ‘’Ses Miksajı’’ ve ‘’Ses Kurgusu’’ adaylıklarında rakipsiz gözüküyor. 


Yapılan birçok eleştiride karakter gelişimlerinin noksanlığı, asgari düzeydeki diyaloglar ve düz bir izleği takip eden dramatik yapıdan ötürü senaryonun olmadığından dem vuruluyordu. Ben buna pek katılmıyorum zira belli ki Nolan, klasik savaş filmi anlatılarını kullanmayı reddetmiş. O meşhur ateşkes anlarında askerlerin bir sığınakta ya da başka bir yerde kah hüzünlü kah güldürücü anılarını anlattığı yürek burkan sahnelerden de yararlanmamış. Ama en azından Mark Rylance, Kenneth Branagh, Cillian Murphy ve Tom Hardy kısa anlarda da olsa gayet iyi performanslar sergilemiş. Keza taze oyunculardan sayabileceğimiz Fionn Whitehead ve şarkıcı Harry Styles da minimum düzeydeki diyaloglarıyla karakterleri üzerindeki çaresizliği ve mağduriyeti seyirciye yansıtabiliyor. 



twitter.com/SinefilinBiri

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter