Popüler Sinema

Paylaş
Röportajlar

Emre Ahmet Seçmen: “Bu belgesel için 53 röportaj, 130 saate varan ham görüntü ile kurguya girdik.”

Emre Ahmet Seçmen: “Bu belgesel için 53 röportaj, 130 saate varan ham görüntü ile kurguya girdik.”
Yazar: Fırat Sayıcı

Öncelikle biraz kendinden bahseder misin?


1986'da Tekirdağ Çorlu'da doğdum. 2004 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema bölümüne başladım 2008'de bitirdim. 2011-2014 arası İstanbul Kültür Üniversitesi İletişim Tasarımı Yüksek Lisans bölümünü, 2020'de de İstanbul Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema doktora programını tamamladım. 2011'den bu yana akademik ve bireysel olarak sinema belgesel olarak çalışmalarımı sürdürmekteyim. 

 

Senin için belgesel filmin tanımı nedir?


Belgesel benim için aktif olarak izlenmesi gereken bir içerik. Kurmaca herhangi bir filmdeki temel sistem izleyiciyi pasifleştirmek ve ona bir film izlediğini unutturmak. Fakat belgesel böyle bir içerik değil. Farklı ama gerçek olaylara bir yolculuk ve sonrasında sizlere düşünmek ve sorgulamak için bir hayli vakit tanıyor. Televizyonda belgesel kanallarında izlediklerimizin belgesel film değil de sadece "belgesel" olduğuna inanıyorum. Çünkü tamamen hep aynı anlatı formüllerine dayalı çalışılıyor. Belgesel film belki de hem gerçek hem de kurmacayı farklı biçimlerde yoğurabilecek binlerce anlatı sistematiği türetebiliyor, bu bakımdan son derece önemli.

 

Biraz "Yeşilin Tonu"ndan ve onu çekme nedenlerinden bahseder misin?


Aslında ben Yeşilin Tonu öncesi başka bir film projesi üzerinde taslak olarak çalışıyordum. Belli bir çekim zamanında değil de biraz serbest çalışılarak yapılacak ve zamana yayılması gereken bir projeydi. 2022'nin Ocak ayı sonlarında bir hafta sonu çalıştığım kurum olan Beykoz Üniversitesi'nin rektör yardımcılarından Prof. Dr. Baki Aksu beni aradı ve Ordu'nun Mesudiye ilçesindeki Yeşilce beldesinde yapmak istedikleri bir araştırma projesinden bahsetti. Onlar projede kırsal kalkınma ve turizm ilişkisi üzerine yörede yaşayan insanlarla anket ve birebir görüşmeler yaparak bir araştırma yapacaktı. Bana da bu projede acaba bir belgesel de çıkarabilir miyiz? diye sordu. Ben de daha önceden Ordu Mesudiye'ye hiç gitmemiştim ve bu konuyla ilgili biraz çekimser yaklaşarak, bölgeyi tanımadığımı, mutlaka sizin ekibiniz ile birlikte bir keşif gezisine gitmem gerektiğini ve oradaki incelemelerim sonrası bu projeden bir belgesel çıkıp çıkamayacağını belirleyebileceğimi ilettim. Keşfe gittiğimde Yeşilce beldesinde yaşananlar, işin tarihi ve demokratik tarafı ve sonrasında günümüzdeki umutlu bekleyişe dayalı birçok malzeme ile karşılaştım ve bu fikre fazlasıyla ikna oldum. Hemen öğrencilerimden oluşan 5 kişilik bir ekip toplayarak projeyi kağıda döktüm ve üniversitemizden proje için mali destek aldım. Karadeniz bölgesini çok iyi tanıyan biri değildim, sadece Samsun'dan başlayarak Trabzon'a kadar olan kıyı şeridini ziyaret etmiştim. Fakat Mesudiye Karadeniz'in İç Anadolu ile bağlandığı bir kavşakta yer alıyor. Burada hem insanların bize olan yaklaşımı hem de filmin çekimleri sırasındaki yardımseverliklerinden çok memnun olduk. Her ne kadar küçücük bir ilçe olsa da yıllar önce İstanbul, Ankara ve yurtdışına göç eden halkın geriye dönüşü, coğrafya ve doğanın hiçbir yerde olmayacak bir çeşitlilik göstermesi, bölgenin antik çağlardan itibaren son derece önemli olan tarihi, Köy-Kent projesinden ilçede her yıl düzenli olarak yapılan Demokrasi kurultaylarına varana kadar çok yüklü bir malzeme ile karşılaştık. 53 röportaj, 130 saate varan ham görüntü ile kurguya girdik. Kurgu sürecinin tamamlanması Haziran 2023'ü buldu.

 

Sence hızla gelişen teknolojinin,sinemaya/belgesele ne gibi katkıları olabilir? Neler götürür?


Teknoloji her zaman sinemanın tüm içerikleri için bir itici güç. Nitelik olarak fazlasıyla tartışmalı nicelik olarak ise bir hayli fazla içerik üretimi söz konusu. Ekipmanların çeşitlenmesi, başta YouTube olmak üzere dijital platformların da artması ile birlikte içeriklerin kendilerini çoğaltabileceği birçok alternatif mevcut. Bence buradaki en önemli katkı, asla karşımıza çıkamaz diyebileceğimiz tanımadığımız veya çok bilinmeyen bir coğrafyadan gelen bir içeriğin karşımıza çıkıp kendisine bir şans dileyebilmesi gibi geliyor bana. Götürü kısmına gelirsek, işin bu kısmı aslında teknolojik gelişmelerin bu kadar hızlı olmadığı dönemde de olan bir hadise. Eskiden sinema salonlarında ağırlıklı olarak ana akım işler -ki hala çok farklı değil- görürdük ve bu işlerin arasından iyi olduğuna inandığımız, sevdiğimiz bir türü ve içeriği tercih ederdik. Bunu sonuna kadar izlemekle mükelleftik ama şu an durum öyle değil. hatta daha da fazla içerik karşımıza sunuluyor. Bunların seri üretimden kaynaklı nitelikleri genelde düşük. Tek farkımız beğenmediğimiz zaman daha bireysel davranıp istediğimizi eleyip bırakabiliyoruz.

 

Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin, yerli ve yabancı yönetmenler kimler?


Bu soruyu iki türlü yanıtlamam gerekiyor. Belgesel üzerine konuşuyorsak, Dziga Vertov benim her zaman favorimdir. Chris Marker ve 2000’li yıllardan itibaren ilgiyle takip ettiğim Brezilyalı yönetmen Jose Padilha benim vazgeçilmezlerim. Türkiye'den ise Süha Arın, Ertuğrul Karslıoğlu, İlkay Nişancı, Cenk Demirkıran ve son dönemlerde yaptığı işleri ilgiyle takip ettiğim genç yönetmen Sezer Ağgez'i sayabilirim. Kurmaca olarak ise Akira Kurosawa, Stanley Kubrick, Steven Spielberg, Wes Anderson, Emir Kusturica ve Guiseppe Tornatore benim tüm işlerini tekrar tekrar izlediğim kişiler. Türkiye'den ise Metin Erksan, Yavuz Turgul, Yüksel Aksu, Emin Alper, Yağmur-Durul Taylan, Berkun Oya, Cem Yılmaz, Onur Ünlü, Ezel Akay ve Ali Atay'ı sayabilirim.

 

Türkiye’deki film festivalleri ve belgeselcilere yaklaşımları konusunda neler söylemek istersin?


 Film festivalleri konusunda her zaman şuna inanıyorum ki bir film birçok festivalde yarışma kategorisinde yer alıyorsa bu doğru değil. Tersine her festival ve jürinin farklı fikirleri olabilir -ki olmalı-, buna göre seçimler de değişkenlik gösterebilir. Türkiye'de en büyük sorun ise ön jürilerin filmlere çok üstünkörü bakması, tam izlememesi ve lobi faaliyetinden yararlanan filmlere öncelik tanımaları. Bu maalesef sürecin şeffaflığını bozan bir durum. Belgesel yarışması kategorileri sürelere göre daha çok şekilleniyor. Uzun metraj bir belgeselin Türkiye'de ve dünyada başvuru alanı ister istemez kısıtlanıyor. Belgeselcilere olan yaklaşım ise biraz önce dediğim gibi objektif bir değerlendirme ile ancak doğru bir çizgiye oturabilecek.

 

Son olarak gelecek planlarından bahsedelim…


Yeşilin Tonu'nda temel amacımız film festivallerinde yer alabilmekti. Kasım 2023'te 2. Kocaeli Film Festivali'nde Ulusal Uzun Metraj belgeselde finale kaldık. Bu bizim için önemli bir hedefti ve gerçekleştirmiş olduk. An itibariyle İstanbul'da birçok üniversitede özel gösterim ve söyleşilerle sürece devam ediyoruz. Nisan Mayıs 2024'te Ankara, Eskişehir, İzmir, Balıkesir ve Çanakkale'de üniversitelerde gösterimler olacak. Bir yandan hem Türkiye'de hem de yurtdışında birçok festivale başvuru gönderdik ve değerlendirme süreçleri devam ediyor. Yaz ayı sonlarına doğru dijital bir platformda yayınlanması için görüşmelerimiz sürmekte. Bir yandan film süreci devam ederken bir yandan da doçentlik süreci içindeydim ve muhtemelen Mayıs ayının başlarında o da tamamlanmış olacak. Bunun dışında daha önce de bahsettiğim gibi üzerinde çalıştığım bir belgesel projesi var. Onunla ilgili çalışmalarımı 2024 sonlarına doğru tamamlamaya çalışıp, 2025'te çekimlere başlamayı hedefliyorum. 4 ayrı mevsimde çekmeyi planladığım ve uzun yollar kat edilmesi gerektiği için direkt bütçe bularak başlamaktansa fırsat buldukça çekim yapacağımız bir çalışma sistemi geliştirmeye çalışıyorum. 

 

twitter.com/firatsayici

 

 

 

Sequence 02.00_05_35_14.Still004
Sequence 02.00_58_06_07.Still038
Sequence 02.01_38_35_18.Still056
Yesilin_Tonu_Afis_5

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter