Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

Assassin’s Creed - Bir uyarlayamama meselesi

:: Videolar Assassin’s Creed - Bir uyarlayamama meselesi
(6.5/10)
Yazar: Deniz Çobaner
İmgelerle arası iyi olmayan filmin “elma” metaforunu yüzeysel geçiştirdiği ise kör gözüm parmağına açıklığında. Cennetten kovulan Âdem ve Havva’nın itaatsizliğinin tohumu daha büyük bir ilgi alakayı hak ediyor olsa da...

Assassins’s Creed 2007’de bilenlerin hakim olduğu,bilmeyenlerin ise sıkça duyarak konuya az buçuk da olsa hakim olduğu bir oyun serisi olarak başladı. Hikayesi ile oyun severlere mistik bir dünyanın kapılarını açan seri, 2. oyunun piyasaya sürülmesi beraberinde film uyarlaması söylentileri yayılmaya başladı. Ta ki aynı isimli Assassin’s Creed, Justin Kurzel yönetmenliğinde bu hafta vizyona girene kadar.


 

 

Köklerini takvimde Ortaçağ’ın geç dönemlerine gömen hikâye zamanlaması filizlerini ise 2016’ya uzatmış durumda. Abstergo Vakfı adında bir kuruluş Sofia Rikkin’in yönettiği Animus Projesi ile suçluların genetiği üzerinde çalışmalar yaparak şiddete son vermeye çalışmaktadır. Tabi madalyonun arka yüzünde yer alan Sofia’nın babası ve vakfın CEO’su Allen Rikken’ın niyeti ise daha karanlıktır. Geçmişte içinde insanların ilk itaatsizliğinin tohumunu taşıdığına inanılan “Cennetin Elması”na sahip olarak özgür iradeyi yok eden, herkesin şartsız boyun eğişine sahip olma isteği hikâyenin gidişatını da değiştirir ve 15.yüzyıla uzanan bir savaşın fitili ateşlenir. Suikastçılar ve Tapınak Şövalyeleri yine karşı karşıyadır.


 

Çift zamanlı hikâyelerin en büyük handikabını geçiş eşikleri oluşturur. Bu bölümü iyi kotaran hikâye ve sekanslar kendisinde hayranlık uyandırırken, beceremeyenlerde ise iki zamanı da askıda bırakan bir arada kalmışlık yapımın tadını tuzunu kaçırır. Assassin’s Creed maalesef ikinci kategoriye sokacağımız örneklerden biri olarak karşımıza çıkıyor. 15. yüzyılın kilise elinde oyuncak olmuş karanlık çağı ile günümüz teknolojisinin köleleştirdiği insanı arasındaki düşünsel bağlantıyı bir türlü kuramıyor. Bunun yerine kolaya kaçmayı tercih ediyor ve geçmiş sekanslar sarı-toprak tonlarında, günümüz ise mavi-gri renk skalasındaki filtrelerin eline emanet ediliyor. Renk, tasarımda güçlü rol oynayan bir öge olsa bile bütün işi onun yapmasını beklemek düpedüz amatörlük kokusu yayıyor etrafa. Renkte olduğu gibi teknoloji kullanımında da aynı bakış açısı devam ediyor. Animus, insanın sinir sistemiyle geçmişteki atasının anıları arasında bağlantı kurduğu tasarlanan efsanevi bir makine. İçinde yer aldığı mekân ise Tapınak Şövalyeleri’nin gizli ayinlerini yönettiği mekânların bir yansıması. Böylece bir şekilde bilinçaltımıza bu yerin onlara hizmet ettiği sinyalleri gönderiliyor. Buraya kadar her şey çok güzel. Fakat asıl sorun oyunculukları bir kenara iten, onları metalaştırıp kuklalara, içi boş suretlere çeviren sahnelerde. Aksiyon sahneleri, fikriyat bakımından dolu dolu bir altyapıya sahip olan böyle bir hikâyeyi kurtarması için düşünülen son şey olması gerekirken, yönetmen bütün umudunu onlara bağlıyor. Parçacıl düşünüldüğünde -ne yazık ki- oldukça başarılı olan bu sahneler, etten kemikten sıyrılmış, efektlere, makinelere bel bağlamış mekanik ürünler. Dan Brown uyarlamalarının sonuncusu olan Inferno’da görülen “sadeleştirme” bu filmde de çok şeyler götürüyor. Kuş bakışıyla geçmişe dönülen sahnelerde “kartal” imgesine zıt düşen tozlu topraklı görüntüler nostalji(!) hissi uyandırmak yerine insanda gözlerini ovuşturma isteğini tetikliyor. İmgelerle arası iyi olmayan filmin “elma” metaforunu yüzeysel geçiştirdiği ise kör gözüm parmağına açıklığında. Cennetten kovulan Âdem ve Havva’nın itaatsizliğinin tohumu daha büyük bir ilgi alakayı hak ediyor olsa da...


 

Oyunculuklar hakkında bir şeyler söylemek, yukarıdaki düşüncelerden dolayı biraz zorlaşıyor. Öncelikle Marion Cotillard, güzel bir yüz ve yumuşak ses tonundan başka bir şey katamıyor filme. Hatta bazen onun bir yapay zekâ olduğundan şüpheleniyor insan ister istemez. Sağduyunun, faydacıl ve hümanist bilimin simgesi olacakken son anda teknoloji ürünü bir robot oluvermiş gibi. Michael Fassbender’i ise neredeyse göremiyoruz. Aguilar iken zaten kamuflaj halinde, Cal iken de herhangi bir kaslı vücuttan öteye geçemiyor. Jeremy Irons, altı doldurulsa çok daha sağlam bir kötü karakter olabilirmiş, ama onu beyazperdede izlemek kısa süreli de olsa güzel; Brendan Gleeson’da da olduğu gibi. Filmin oyuncu bonusu ise şüphesiz Maria karakteriyle izlediğimiz Ariane Labed. İzlemeye doyamadığımız oyunculuğu ve efsunlu karakteri ile filmdeki diğer her şeyin önüne geçtiğini söyleyebiliriz.

 

Sonuçta arka planı düşünülmezse izlemekten zevk bile alınabilecek, ama keşkelerle dolu, kendisi gibi izleyeni de arafta bırakan bir yapım çıkmış ortaya. Filmin finali devam serisine olanak verecek şekilde kurgulanmış. Böyle bir Blockbuster’ı Hollywood’un kaçırmayacağını tahmin etmek çok zor değil. Umalım ki devam filmlerinde hikâyenin ruhuna yaklaşılsın ve salt aksiyon dışında ortalama zekâya da hitap edebilen bir senaryo ve kurgu izleyebilelim. 

 

Twitter.com/tuzluk_arch

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter