Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

55. Antalya Film Festivali’nden İlk İzlenimler…

55. Antalya Film Festivali’nden İlk İzlenimler…
Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

29 Eylül Cumartesi akşamı Asgar Farhadi’nin son filmi Todos lo Saben/Herkes Biliyor ile açılışını yapan 55. Antalya Film Festivali’nde gösterim ve etkinliklerle dolu 3 gün geride kalıyor. Pazar günü (30 Eylül) başlayan Film Forum maratonu ile senkronize biçimde ilerleyen festivalden ilk izlenimler… 

 

Hızlı Esen Vincent Cassel Rüzgarı… 

 

Aslında sıkışık programından ötürü bir görünüp bir kaybolduğu için ‘Vincent Cassel meltemi’ de diyebiliriz Fransız aktörün Antalya seyahati için. Cumartesi günü festival basın mensupları için hızlı başladı zira, kente indiğimizde ayağımızın tozuyla kendimizi Vincent Cassel’in özel basın toplantısında bulduk!

 

Açılış gecesinde festivalin Onur Ödülleri’nden biri, artık kariyerinin olgunluk dönemini yaşayan Cassel’e takdim edildi. Tören için aynı gün Antalya’ya gelen Cassel, ‘şanslı’ basın mensuplarıyla 1 saate yakın bir araya geldi. 1995 yapımı La Haine/Protesto filmindeki rolünden yola çıkarak günümüz mültecilerine ve dünya polikatlarına bağlantılı sorulara cevap veren Cassel, “O filmi yaparken ülkem Fransa mültecilere daha kucak açıcıydı. Birtakım nedenlerle ülke kendini kapattı. Ayrıca kamuoyunda bir korku kampanyası başladı. Fransa,  Trump'ın ABD'si değil ama ona yakın bir şey olmak üzere neredeyse.” dedi. 

 

Sorular üzerine gelen teklifleri ince eleyip sık dokuduğunu, senaryosunu beğenmediği, kötü filmlerde oynamayı en baştan net biçimde reddettiğini anlatan Cassel, “‘İlk önce sahneleri incelerim… Sahne, film, öykü ne anlatmak istiyor, bunlara bakarım. Yoksa teklifin geldiği ülke önemli değil, ha Brezilyalı olmuş, ha İtalyan olmuş farketmez. Bu anlamda kötü insanlar, karakterler hep daha çok dikkatimi çeker. Gerçekçiliği olmayan iyi bir kahramanı oynamaktansa, en azından gerçekten kötü bir karakteri canlandırmayı tercih ederim dedi. 

 

Vincent Cassel ayrıca, “Keşke şu roman/hayat hikayesi filme uyarlansa ve bu karakteri ben oynasam dediğiniz bir rol var mı?” sorusu üzerine Italo Calvino’nun 1957 tarihli The Baron in the Trees (Il Barone Rampante) adlı romanının baş karakteri Cosimo’yu (Baron) oynamak istediğini ifade etti. 

 

Daha önce pek çok kez davet edilmiş olmasına rağmen takvim yoğunluğundan dolayı Türkiye’ye ve Antalya’ya gelemediğini de belirten Cassel, “Kötü bir turistim aslında, pek gezemiyorum gittiğim yerlerde” diyerek basın mensuplarını da güldüren bir itirafta bulundu. Antalya’dan aldığı ‘Onur Ödülü’nün kariyerinde bu kategorideki ilk ödül olduğunu ekleyen Cassel  ‘Benim için en güzel ödül, 25 yıllık bir filmin tekrar hatırlatılıp, buna dair soruların gelmesi’ dedi. 1 saatin sonunda ünlü oyuncu yorgunluğuna rağmen basın mensuplarını kırmayarak fotoğraf çekildi. 

 

Gösterimlerden Kısa Kısa… 

 

Açılış Filmi, Herkes Biliyor; peki ama neyi?

 

Festival açılış töreninden sonra ilk gösterilen yapım bu yıl Cannes’nın da açılış filmi olan İranlı yönetmen Asghar Farhadi imzalı Everybody Knows, İspanyolca orijinaliyle Todos lo Saben oldu. Başrollerini Penelope Cruz ile Javier Bardem’in paylaştığı filmin ilk gösteriminde deyim yerindeyse izdiham oldu. Film gösteriminin biletli olduğunu bilmeyen bazı açılış davetlileri salona alınmadı. İran sinemasındaki özgün stiliyle tanıdığımız ve ülkesinde yaşanan toplum üzerindeki günlük baskıyı anlatan Farhadi, ülkesi dışındaki tamamen başka bir kültüre ait bir hikayeyi, anlatım dilini de sinemaya aktarabileceğini Everybody Knows ile kanıtlıyor. Fakat kişisel görüşüm olarak Everybody Knows iyi işlenmiş, iyi çekilmiş lezzetli bir film olmasına rağmen Farhadi’nin Bir Ayrılık, Geçmiş ya da Salesman filmlerindeki tarzına oldukça mesafeli duruyor. İspanyol sinemasından önümüze gelmiş bir film olsaydı çok daha sevebilecekken, yönetmen sineması açısından biraz burukluk yaratıyor açıkçası. Halihazırda Farhadi de ertesi gün yapılan soru-cevap oturumunda kendi filmine dair şu yorumda bulundu: “Bu ülkem dışında çektiğim ikinci film. Kendi kültürüm içinde film yapmak benim için tabii ki daha iyi. Ancak bazen yeni deneyimlere ihtiyaç duyarsınız. 15 yıl önce ailemle güney İspanya’ya gitmiştim. Bir kızın kaçırılma hikayesini öğrendik. O andan itibaren bu hikaye aklıma düştü. 5-6 yıl önce de hikayeyi geliştirmeye karar verdim. Bu süre boyunca ülkenin kültürünü anlamaya çalıştım.  İlk başta Farsça yazmıştım senaryoyu. Penelope Cruz ve Javier Bardem’e öyküden bahsettim. Çok şaşırdılar ve haddinden fazla İspanyol filmi olduğunu söylediler. Sonrasında Pedro Almodovar’a götürdüm, eş yapımcı. Ona da aynı soruyu sordum. ‘Eğer bunu sen çekmezsen ben çekerim’ dedi. Ona bırakmadan, ben kendim çekmeyi tercih ettim.’

 

Polonya’nın Soğuk Savaş’ı…

 

Geçtiğimiz yıl İda filmiyle ülkesinin Oscar temsilcisi olan deneyimli yönetmen/senarist Pawel Pawlikowski’nin Cannes’da yarışan son filmi Cold War/Soğuk Savaş Antalya’nın da uluslararası yarışma programına yer alıyor. Daha önce Cannes değerlendirmesinde yer verdiğimiz film II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan ve 20 yıla uzanan aşk hikayesini ülkenin o dönem ki siyasal düzlemiyle paralel bir akışta ele alıyor. Tam da döneminde çekilen filmler gibi siyah-beyaz ve 4:3 formatında kurgulanan yapım, gerek yapım tasarımındaki başarısı gerek müzikleriyle 4x4’lük bir estetik zevk sunuyor. Sinema yazarı dostlarımla ayrı düştüğümüz yegane, nokta çiftin arasındaki aşk hikayesinin sonuç bölümü olsa gerek. Vizyon seyircisi için başka sürprizbozan vermeyelim ama Film Forum kapsamında master class etkinliğine katılan yönetmen Pawlikowski’nin kendisi de, filmede esas olarak hikayenin değil, biçimin, deneyimlediği tekniğin ağır bastığını dile getirdi. 

 

 

 

Çarpıcı bir Belgesel; Kailash…

 

AKM’nin Aspendos salonunu dolduran Antalyalılarla aslında ne Kailash Satyarthi ismini tanıyorduk ne de Derek Doneen’i… Biri Nobel Barış Ödüllü Hindu aktivist, diğeri onun çocuk ticaretine ve çocukların köleliğine karşı açtığı savaşı belgesel formatıyla beyazperdeye taşıyan ABD’li genç bir yönetmen. “Bu adamın mutlaka filmini yapmalısın” tavsiyesiyle Yeni Delhi’de Kailash’in peşine düşen Doneen, hem katmanlı hem de çarpıcı bir yapıma imza atıyor. Çocukları bir anda ortadan kaybolan (aslında kaçırılan), ticari bir malmış gibi satılan aileler, köle mantığı ile fabrikalarda, taş ocaklarında, karın tokluğuna bile denemeyecek, insani olmayan koşullarda çalıştırılan, köleleştirilen çocukların izini  Kailash Satyarth’inin izinde sürüyor Doneen. Bu süreçte biz de seyirciler olarak çocukları bu köle ticaretinden kurtarmaya çalışan Kailash Satyarthi’nin hayat hikayesini ve bu uğurda verdiği mücadeleyi de öğreniyoruz. Finalinde defalarca alkış alan filmin, jeneriğinde köle tacirlerinden bir şekilde kurtarılan çocukların şimdiki parlak hayatlarını görmek yüreğimize azıcık su serprse de 2018’de dünyanın diğer ucunda yaşanan Orta Çağ girdabı insanın tüylerini ürpertiyor…  Filmin Sundance Film Festivali'nden Jüri Büyük Ödülü aldığını da dipnot olarak ekleyelim. 

 

Antalya izlenimlerimiz taze filmler ve etkinliklerle devam edecek! 

 

twitter.com/duygukocabayli

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

ELEŞTİRİLER

Kısa Film ve Kapitalizm İlişkisi

Kısa Film ve Kapitalizm İlişkisi

Fırat Sayıcı

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter