Üye: Serdar Akbıyık | Sinan Çetin’in Çanakkale Çocukları’nın tartışmaları bitmeden Yeşim Sezgin’in yönettiği Çanakkale 1915 bu hafta vizyona giriyor. Yeşim Sezgin’e ve filmde Atatürk’ü canlandıran İlker kızmaz’a teyibimizi uzattık... |
Sinemamız hareketli bir dönem geçiriyor. Özellikle bu yıl çekilen dört Çanakkale filmi ardarda vizyon alıyor. Bir kadın yönetmenin Çanakkale’ye bakışı haliyle ilgimizi çekti. Filmi seyrettikten sonra yönetmen Yeşim Sezgin ve filmde Atatürk’ü canlandıran İlker Kızmaz sorularımızı cevapladı. Sezgin’i bu filmi çekmeye yönelten dinamiklerin için de kendi dedesinin de Çanakkale savaşına katılmaş olduğunu duyunca projenin kendi öneminin dışında yönetmen için kişisel etkiler de taşıdığını gördük. Sezgin Çanakkale’de savaşan insanlar için vatan ve Allah sevgisinin herşeyden önce geldiğini, İlker Kızmaz ise bu filmin başrolünün Çanakkalenin kendisine ait olduğunu söyledi...
Neden Çanakkale 1915'i çektiniz?
Yeşim Sezgin: Yapımcımız Serkan Balbal ve Turgut Özakman üç sene önce böyle bir film yapmak üzere anlaşmışlar. Ben Serkan'ı tanıdığım için konuya vakıftım ve konuşmalar yapıyorduk. Zaten çocukluğumdan beri tarihe meraklıyım, aksiyona meraklıyım. Savaş ve aksiyon filmlerini çok fazla seyrederim. Benim Serkan'a arkadaşça söylediğim fikirlerden bir süre sonra Turgut Bey "Yeşim çeksin bu filmi" moduna geldi. Otomatik olarak gelişti. Mesela "Kadın rejisör olsun" dedi. Ona çok inandı.
Filmde Turgut Özakman'ın kitabı dışında sizin katkınız olarak ne vardı? Sizin renginizi filmde nerede görebiliriz?
Yeşim Sezgin: Kitap çok fazla bilgi veriyor. Ben o bilgiyi belirli sahnelerin içine, görüntünün içine gömdüm. Yani bir sahnenin içinde aslında iki, üç şey anlatılıyor. Mesela orada iki asker konuşuyor ya aslında background'da birisi yama yapıyor, belki o kitapta iki sayfa boyunca anlatılan bir şeydir. Niye yama yaptıkları, neden aç kaldıkları. Ben onların sahneler halinde daha dolu dolu görünmesini, her sahnenin dönemine ve hikayesine layık olmasını sağlama işini üstlendim. Çünkü senaryo konusunda Turgut Bey'le yarışacak halimiz yok ama işin duygusal boyutu konusunda ben Turgut Bey'i çok zorladım. Bir şeyler eklemek, kitaptan bazı sahneleri "Bunu da koyalım Hocam" diye zorladım ve ikna ettiğim anlar oldu. Sonra hepsinden memnun kaldı. Benim katkım budur. İki sene boyunca Turgut Bey'in beni zorladığı kadar ben de onu zorladım. Bence beni seçtiğinde bu kadar çetin bir savaşa gireceğini bilmiyordu.
Atatürk'ü canlandıracağınızı öğrendiğinizde ne hissetiniz? Senaryo size geldi, baktınız...
İlker kızmaz: Öyle olmadı. Osman Taşçı var Yardımcı Yönetmen o aradı "Çanakkale filmi yapıyoruz, bir gelir misin görüşelim" dedi. İçeriye girdim paldır küldür. Yeşim (Sezgin) var, Osman (Taşçı) var, Mami (Muharrem Dokur) var Görüntü Yönetmeni. "Hayırdır Atatürk'ü mü oynuyorum" dedim. Öyle baktılar. Dediler "Kim söyledi?", "Yok kimse söylemedi" dedim, öyle garip bir durum oluştu. Kaldım öyle, üç beş dakika kendime gelemedim. Çünkü bunun altından kalkamayabilirsiniz. Başımıza gelecekleri az çok tahmin edebiliyordum o yüzden kabul etme aşaması benim için biraz zorlu oldu.
Daha sonra neler oldu?
İlker kızmaz: Keşke orada kabul etmeseymişim. Şaka bu tabii ama daha çok yük bindi üstüme, daha büyük bir sorumluluk oluştu. Sete giriyorduk mesela yardımcı oyuncu arkadaşlardan ayaklarını indirenler, toparlananlar, geri çekilenler oluyordu. O beni biraz rahatlattı. “Biz değil de en azından kostümümüz korkutuyor arkadaşları” dedim.
Turgut Özakman'ın kitabını okumuş muydunuz daha önce?
İlker kızmaz: Okudum.
Film hakkında senaryodan önce sizin bilginiz vardı yani.
İlker kızmaz: Kitapları okudum. Filmle ilgili, Atatürk'le ilgili hazırlanmaya çalışırken bir çok kaynağa ulaştım. Fakat görsel kaynaklardan, hareketli görüntülerden uzak durmaya çalıştım. Yoksa Sinan (Tuzcu), Alican (Yücesoy) öyle, Rutkay (Aziz) ağabeyle zaten çalıştık. Atatürk'ü oynamış bütün insanlarla belli bir samimiyetim var. İlk tebrik edenler de onlar oldu. Başka kitaplar okuyup, belgeseller izleyip öyle hazırlanmaya çalıştım.
Entelektüel kesimde kimliğimizi sizin filminizdeki kadar açık bir şekilde ortaya koymak, bayrağı sizin kullandığınız şekilde kullanmak, ilahileri sizin filminizdeki gibi kullanmak, bunları hepsini karıştırarak kullanabilmek çok sık rastlanır bir şey değil. Siz bunun baskısını hiç hissetmemiş gibisiniz...
Yeşim Sezgin: Hissetmedim. Çanakkale filmi çekmek ağır sorumluluk. Baskıyı hiç hissetmedim derken genel bir baskı vardı: Çanakkale Savaşı'nı anlatma baskısı vardı. Ama bunu anlatırken herhangi bir kesim veya kimlik mutlu mu olacak, mutsuz mu olacak asla düşünmedim çünkü bu hepimizin tarihi. Benim büyük dedem de orada savaştı, diğer büyük dedem Kurtuluş Savaşı'nda savaştı. Bunlar beni tanımayan insanlardı. Ben onların filmini çekmek istedim. O zaman orada bir gerçeklik var. O tarihteki bir diğer gerçeklik şu ki, o insanlar için vatan sevgisi, Allah sevgisi herşeyden önemliydi onun için savaştılar, onun için öyle olağanüstü bir güç gösterdiler. Ben bunu gözardı edemem. Ben o insanları anlatıyorsam o insanların Çanakkale gerçeğini anlatmak zorundayım. Ben yaşamıyorum, onlar yaşıyor, ben o insanları anlatmaya çalışıyorum, o zaman yaşadığı gibi anlatmalıyım. Oradaki duygu o müziği gerektiriyorsa, orada adam o ilahiyi düşünüyorsa ben onu yansıtmalıyım. Ya da bayrağı, sancağı, mehter takımını... Mustafa Kemal kimse, paşa kimse, oradaki er kimse, imam kimse orada kendi kimliğinde olmalı. O zaman bütün gerçekçilik olur. Yönetmenin kendi duygusunu, kendi karakteristiğini verebileceği bir film değil bu. Bu film "Çanakkale'yi en iyi anlatabilme" filmi. Ben görsel bakış açımı, oyuncuları yönlendirme bakış açımı sunarım. Ama dünya görüşü sunamam o zaten yaşanmış.
Sizin rolünüz için de, diğer roller için de sanki canlandırma belgesel tadında diyebilir miyiz?
İlker kızmaz: Evet. Turgut Hoca'nın kitaplarını biliyorsunuz, kelime kelime her şeyi anlattığı için o didaktik duygu biraz da senaryoya sirayet etmiş. Biz de orada ne yazıldıysa onu oynamaya çalıştık. Ama namuslu bir film olmuş, temiz bir film olmuş.
Bu kadar çok Çanakkale filminin üst üste çekilmesini neye bağlıyorsunuz?
Yeşim Sezgin: Tesadüf. Benimki üç yıl öncesine dayanan bir hikaye. Diğerleri ne kadar bilmiyorum, muhtemelen onlarınki de o kadar uzundur. Çünkü Çanakkale altı ayda çekilip bitirilebilecek bir şey değil. Bence hiç bir sakıncası yok, daha da çok olsun. Biz bunları çekmeliyiz.
İlker kızmaz: Çok basit bir cevabı var aslında 2015 yüzüncü yılı biliyorsunuz. O yaklaştıkça çoğalıyor, 2015'te neler olacak aklım almıyor. İnşallah da yapılır. Ben onun etkisiyle olduğunu düşünüyorum.
Biz sinema eleştirmenleri önce Sinan Çetin'in filmini seyrettik, şimdi de bunu seyrettik. İkisi siyahla beyaz kadar farklı. Aynı olayları farklı yorumlarla gösteriyor. Siz seyretmiş miydiniz Sinan Çetin'in filmini?
İlker kızmaz: Yok ben izleyemedim. Bir kaç kez gitmeyi denedim ama bir türlü fırsat bulamadım. İlk fırsatta gideceğim. Çünkü bu filmin heyecanı fena sardı. 5 Temmuz'da benim işim bitti. 5 Temmuz'dan beri son bir haftadır iyice kötüleşti "Ne oldu acaba, ne yaptık acaba" diye bunun baskısı altında eziliyordum. İnşallah Allah utandırmasın diyeyim.
Yeşim Sezgin: Seyretmedim. Gerçekten seyretmedim.
Türk sinemasında bizim kendi olaylarımıza bakış açımız her zaman eksiktir. Tarihi olaylarımız fazla anlatılmaz, Hollywood'dan daha farklıdır. 1453'le, bununla, hatta belki Sinan Çetin'in de filmiyle farklı bir yola girdiğini düşünüyorum. Bu konuda sizin yorumunuz nedir?
İlker kızmaz: Bence durduğumuz kabahat. Atatürk'ü şu gelecek oynayacak, yok Çanakkale filmini Peter Jackson gelecek çekecek gibi hikayeler duyuyoruz. "Peter Jackson gelecek Çanakkale filmi çekecek, heyt be" diyen insanlar, bizim içimizden birisi Çanakkale filim yaptığında "Olmamış" diyor. Muadili yok ki. Bir tane Sinan Çetin'in filmi var, bizimki var, daha da yapılacak. Kurtuluş Savaşı'nı çekecekler. İnşallah bizimkiler çeker. Layığıyla çekilebilse. Deneye, deneye yapmayı öğreneceğiz. Eğer ilk defa yapılıyorsa bir referans kabul edilebilir. Bizden sonra daha iyisini başkası keşke yapsa.
Dizi çalışmaları nasıl gidiyor?
İlker kızmaz: Geçen sene Kurt Kanunu diye bir iş çektik TRT'ye, bu sene de Yol Ayrımı diye 1930'da geçen Kemal Tahir'in bir hikayesi yine. Başka karakterle bu sefer 1930'u anlatıyoruz.
Atatürk insanın üzerine yapışan bir rol olabilir. Bu konuda yeni bir proje gelse düşünür müsünüz?
İlker kızmaz: Bundan sonra ne olacağını bilmiyorum ama ben yıllardır çalışıyorum zaten yapışacağını zannetmiyorum. Film Atatürk rolü üzerinde dönen bir hikaye değil. Orada bir Atatürk karakteri olması gerekiyordu, ben o boşluğu mümkün olduğu kadar kapatmaya çalıştım. Zaten filmde de kimsenin "Bu filmde bu öndeydi, bu da acayip oynadı, bu da başroldeydi" gibi konuşacağı bir durum söz konusu değil. Herkes neredeyse eşit miktarda hikaye anlatıyor. Burada başrol Çanakkale. O ruhu birazcık içine sindirebilirse insanlar, anlayabilirse biz görevimizi yapmış oluruz diye düşünüyorum. Tabii ki Atatürk çok önemli bu savaş için, bu ülke için, bizim için tartışılmaz bir şey ama filmin geneline baktığınızda karakterlerin o kadar önemi yok. Önemli olan o insanların nasıl ve neden öldüklerini anlayabilmek.
Son dönemde bu tür filmlere bazen militarist yakıştırması yapılıyor. Halbuki dönem itibariyle film başka bir konjonktürü, Suriye'de yaşanan gelişmeleri yakalıyor. Bu film konjonktürü nasıl etkiler.
Yeşim Sezgin: Onu yaşayıp göreceğiz. Çok tuhaf bir döneme denk geldi. Sonuçta bu planlanan bir şey değildi. Vizyon tarihini açıkladığımızda Mayıs'tı. Biz hiç bir şeyde değişiklik yapmadık. Mayıs ayında 18 Ekim'de vizyona gireceğimizi söyledik. Militarizm yakıştırması için de şunu söylemek istiyorum, bu bir kahramanlık ve vatan savunması, bu bir gerçek. Sonuçta bir işgal devleti var o toprağı geçerse evine gidecek. İşin özüne inerseniz mesela bireye, bizim filmimizde komutan varsa çocuğunu düşünüyor, er de varsa annesini düşünüyor. Yani siz bireye indiğinizde işgal kuvveti oraya geldiyse işgal kuvvetini durdurmazsanız siz çocuğunuzun ölüp ölmeyeceğini düşünürsünüz. Savunma savaşı budur. Savunma savaşı olduğunda bence militarizm geçerli değildir. Gerisi tartışılabilir, şu anki dönem tartışılabilir. Dönem değişti, politikalar değişti, herşey değişti. Ben hümanist bir insanımdır ama bu savaş kesinlikle ve kesinlikle vatan savunmasıdır, o insanların hepsine saygı duyuyorum ve filmi de onun için onlara ithaf ettim. Filmin sonunda görecekler ki bütün şehit ve gazilere ithaf edilmiştir.
İlker kızmaz: Bizim bitmeyen bir savaşımız var yıllardır. Bunun içinde biz yaşamaya alıştık. Şu anda da her taraf gergin. Biz Nefes'i yaparken de onu göstermeye çalıştık "Bunlar tırtıl değil, bunlar kelebek olup uçmuyor. Bu insanlar ölüyor. Teker teker ölüyorlar." Ve biz bunlar için hiç bir şey yapamıyoruz. Baktığınız zaman binlerce çocuk, genç gitmiş.
Hiç bir şeyi uzatmadan, fazlaca mesaja boğmadan bazı şeyleri vermişsiniz. Mesela bir yerde Kürtçe konuşan askerle diğer askerin küçücük bir sahnesi var, başka hiç bir şey yok. Onlar sahneden giriyorlar ve çıkıyorlar, gereken veriliyor. Bunu da biraz konuşmak isterim sizinle...
Yeşim Sezgin: Tabii. Karakter olarak ben biraz telaşlı bir insanımdır. Dediğim gibi aksiyon sevdiğim için çok uzun, uzun bir şeyleri anlatmak veya dikte etmeye çalışmak, aman anlamazlar diye bir daha, bir daha söylemeye çalışmak benim tarzım değil. Bir şey verirsin seyirciye, seyirci onu alır, o anlamaz ama iki dakika sonra düşünür, ikinci izlemesinde anlar, oradaki mesajı aslında alır. Biz bu hikayede hiç bir şeyi abartmadık, ajitasyon da yapmadık. Kendi içinde yaşanan bir şeyi yansıttık. Gerçekten öyle, bir Kürt geliyor bir Türk'e yardım ediyor, konuşuyorlar, birbirlerini anlamıyorlar, bitti. Bunun üstüne gitmenin, dikte etmenin, abartmanın anlamı yok. Bir er orada ölüyorsa arkadaşı onu kurtarmaya çalışır. Gerçek hayat budur. Onu orada tekrar abartmanın, üstüne bir şey koymanın, mübalağa etmenin anlamı yok.
Röportaj: Serdar Akbıyık
twitter.com/serdarakbiyik