(4.1/10)
Üye: Anıl Basılı
|
Beklentisinin yüksek olduğu her halinden belli olan ''Ammar'', sanılanın çok ötesinde, seyrettikçe iddiasını yitiren bir yapıma dönüşüyor. |
Parçadan bütüne gidişlerde bırakılan boşluklar, temelde iki yönlü etki yaratıyor. Teoride korkuturken, pratikte güldüren bu boşlukların giderek çoğalması, ne yazık ki filmi daha izlenir kılmıyor.
Türk korku filmlerinin giderek kendilerini geliştirmesini beklediğimiz şu dönemlerde, bilindik kuyulardan, ummadığımız suları çekmeye çabalayan yapıtlar olsaydı eğer; takdir etmek isterdim tabii. Fakat düşünülen fikirlerin, sahne tekniği altında öğütülmesiyle sınırlandırılan, ana hatlarının içerikten yoksun kalmasıyla bambaşka bir boyuta yöneltilen gerçekler, içeriği saptırıyor. Temelini oluşturan hikâyenin doğru kurgulanmamasından, benzer senaryolara yüklenerek geçinmekten, deneyimsiz kalan korku türündeki yapıtlarımız hafızaları geçici olarak felç etmekle yetiniyor! Olay örgüsünün giderek yok olduğu filmlerde, dağınık bırakılan parçaları belli bir zamandan sonra bütünleştirmeye çabalamak; ne yazık ki konuya odaklanmayı büyük ölçüde engelliyor. Kullanılan abartılı efektlerin, çaresiz insanlar üzerinde denenmesi de izleyicide umutsuz bir gidişat yaratıyor.
Tüm bu düşüncelerimin aksine, beklentisinin yüksek olduğu her halinden belli olan ''Ammar'', sanılanın çok ötesinde, seyrettikçe iddiasını yitiren bir yapıma dönüşüyor.
Yönetmenliğini Özgür Bakar'ın üstlendiği, başrollerinde Duygu Paracıkoğlu, Ozan Akbaba, Dilşah Demir ve Eylül Su Sapan gibi genç oyuncuların yer aldığı korku ve gerilim türündeki filmin, senaryosu da Özgür Bakar'a ait. Özellikle görsel efektleri, makyaj teknikleri, şizofreniyi içinde barındırırken size bunu son ana kadar çaktırmamasıyla bahsedebileceğim bu filmde, büyü yapmanın getirebileceği tehlikeler üzerinden başka boyutlara geçişler aktarılıyor. İzlenilen yolda karşınıza çıkacak olan tehlikelerden kasıt, ''Ammar'' olarak adlandırılan cinlerin, insanlara verebileceği zararları işlemesi olarak özetlenebilir. Bir grubun dinlenme amaçlı bir konağa gitmesinden yola çıkıp, bu konağı da kötü ruhlarla kuşatarak bir kaos ortamı yaratılmış. Bilinmezliklerin, merakın ve çaresizliğin iç içe geçtiği bu filmde, ''Konak'', ''Okul'',''Karadedeler Olayı'', ''Mühürlü Köşk'' gibi ortak türde birleşen Türk yapıtlarından farklı olarak kullanılan efektler, zaman zaman senaryoya uyum sağlasa da bağdaştıramadığınız cisimlerle birlikte kullanıldığında, etkisini yitiriyor. Özellikle ilk sahnelerde sizi etkisi altına almasına rağmen diğer sahnelerde filmin sıkıştırılmış olduğu kanısına varıyorsunuz. Konu bütünlüğünün fazlasıyla tasarrufsuz kullanılması, finalde olacaklarla şaşırtsa bile; kendinizi ''filmin'' vermek istediği mesajı anlamaya çalışmakla uğraşırken buluyorsunuz.
Fragmanını izlediğinizde, başlangıç düzeyindeki sahnelerde iddialı olarak niteleseniz de, nefessiz bırakan, benzerlerinden çok uzak. Artık alışkın olduğumuz kasvetli bir evin, karanlık odaların, bunalıma sürüklenen insanların ve cinlerin anlatıldığı senaryolara biraz ara verip, başka imkânlar değerlendirilmeli. Giderek seyircinin cin hikâyelerine alışması ve artık tepki gösteremeyecek hale gelmesi, anlık sahnelerde kişiyi ürkütse de güldüren bir hikâyeye dönüşmesine engel olamıyor. Giriş bölümünde seyirciyi kendisine çekerek ilgiyi üzerine alan hikâyenin bir anda savrulması ve son dakikaya sıkıştırılan şizofreninin net bir şekilde betimlenememesi nedeniyle kaybedilen temaya, ''son sözü söyleme hakkı tanınmıyor!''
Anıl Basılı