Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

Savaş, Seviş ve Kafayı Bul

Savaş, Seviş ve Kafayı Bul
Yazar: Oliver Stone’un hayatı da film kariyeri de bir sarkaç gibi, bir sağa bir sola salınıp duruyor. Varlıklı sayılabilecek bir anne-babanın çocuğu Stone. Annesi Hristiyan, babası Yahudi, kendisi ise Budizmi seçmiş.

Stone gençliğinde tutmuş kendi isteğiyle askere yazılmış ve Vietnam’da savaşmış, bir sürü de madalya kazanmış. Vietnam sendromu da yaşamış olma ihtimali var çünkü uyuşturucularla başı derde girmiş. Rahatlıkla ırkçı denilebilecek “Geceyarısı Ekspresi”nin senaryosunu yazmış. “Salavador”la Amerikan standartlarında oldukça “sol” sayılabilecek bir film yapmış. Tutmuş, Yahudilerin soykırımını anlatan filmler çekilirken, Sovyetlerin kaybettiği 40 milyon insanın, Çingenelerin ve solcuların kıyımlarını anlatan filmlerin çekilmemesini Hollywood’daki güçlü Yahudi varlığına bağlamış.

 

Tabii ki Stone bu sözlerinin arkasında duramamış ve affedilmek için defalarca özür dilemek zorunda kalmış. Savaşta ve barışta vahşetin izini sürmüş,“Vahşi Doğanlar” ve “Müfreze” gibi filmlerinde. “Dünya Ticaret Merkezi”yle, Amerikan kahramanlarına methiye düzmüş. Amerikan başkanlarını mercek altına almış. Fidel Castro’ya dair iki belgesel çekmiş ve Latin Amerika’nın solcu başkanlarını desteklemiş. Pusulası sık sık şaşan, bir sol liberal demek mümkün herhalde Oliver Stone için.

 

“Vahşiler” Stone sinemasında pek önemli bir yer tutmayacak gibi duruyor. Hayır, film akıyor akmasına ama tabiri caizse pek kokmuyor…  Filmin üç Amerikalı, iki de Meksikalı  kahramanı var denilebilir. Amerikalılar asıl hikayesi anlatılanlar ve iki erkek ve bir kadından oluşan üçlü bir ilişki içindeler. Ama iki erkeğin bir kadın için rekabeti değil, iki erkeğin aynı kadını birbirleriyle çatışmadan mutlu mesut paylaşması söz konusu olan. “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”in iki erkek kahramanının fantezilerini süsleyen ilişki biçiminin fiiliyata geçmiş hali… Ya da bu yıl Cannes’da yarışan “Yolda” filminin Beat kuşağı üyesi iki kahramanının aynı kadını paylaşmaları gibi… Ya da filmin kadın kahramanının adının “O” olmasının çağrıştırdığı, bir başka paylaşılan kadın filmi “O’nun Hikayesi” de akla geliyor.  Filmde hatırlatılan “Sonsuz Ölüm”ü (Butch Cassidy and Sundance Kid) ve “Jules ve Jim”i de es geçmeyelim. 

 

Erkeklerin aynı kadını paylaşma (ya da kadınların çok erkekle yaşama) fantezisi ve pratiği hayatta karşımıza çok çıkıyor. Birkaç yıl önce Antalya’nın Varsaklar adlı varoşunda böyle bir ilişki kanlı bitmişti. Karısını paylaşan balıkçı, sonuçta kadına aşık olan kamyoncu tarafından öldürülmüştü. Üzerine çok şey söylenebilecek bir konu ama Stone’un filmi pek bir şey söylemiyor. İki erkeğin aslında birbirlerine aşık (eşcinsel?) oldukları imasından başka… 

 

Bu iki erkek Amerikan erkekliğinin ve Oliver Stone’un iki yüzünü temsil ediyorlar. Birisi Budist bir çiçek çocuğu olan Ben, diğeri eski bir asker olan ve Irak ve Afganistan’da yaşadıklarını ruhunda ve bedeninde taşıyan Chon. Ben ve Chon esrar üretip satarak iyi bir yaşam sürüyorlar. Ben bir yandan kazandıklarını hayır işlerine yatırıyor, dünyanın dört bir yanında yoksullara yardım ederken, Chon “O”yla düzüşerek savaşı unutmaya ya da daha çok hatırlamaya çalışıyor. Ve fakat bir gün Meksikalı bir uyuşturucu karteli devreye giriyor. Ben ve Chon Meksikalılarla iş yapmayı reddedince, sorun başlıyor. Başını Selma Hayek’in canlandırdığı bir matriyarkın çektiği Meksikalılar reddedilmeyi sindiremiyor ve iki erkeğin hem sevgilisi hem de simgesel annesi işlevini gören “O”yu kaçırıyorlar (“O” bir ara iki erkeğe hiçbir zaman sahip olmadıkları yuvayı sağladığını söylüyor. Söylemek gereksiz olsa da; Yuva = anne+ çocuklar). Ben ve Chon O’yu geri almak için mücadeleye başlıyor ve olaylar gelişiyor, karakterler gelişmese de… Filmin sorunu bu, karakterler gelişmiyor, iz bırakmıyor, etkilemiyor. Ben, Chon ve O nerdeyse 0, yani yazıyla sıfırlar. Bu durumda sahne hiç olmazsa daha renkli tipleri canlandıran Salma Hayek ve Benicio Del Toro’nın Meksikalılarına kalıyor. Onlar da sadece daha renkli karikatürler, o kadar.  Ve çok çok daha vahşiler. Gerçi iki taraf da birbirlerini vahşi olmakla suçluyor ama, Amerikalılar sadist değiller güneyli komşuları gibi. Bu da Amerikan sinemasında sık rastlanılan bir durum. Amerikalın (Batılı) vahşeti rasyonel, üçüncü dünyalının vahşeti içgüdüseldir. Bildik sömürgeci mantığı yani. 

 

Patlamış mısır eşliğinde, sıkılmadan izlenebilir “Vahşiler”. 

 

Cüneyt Cebenoyan

 

 

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter