Popüler Sinema

Paylaş
Röportajlar

İsmail Güneş: "Bu töre değil cinayet!"

İsmail Güneş: "Bu töre değil cinayet!"
Üye: Merve Genç İsmail Güneş son filmi “Ateşin Düştüğü Yer” sinemaseverlerle buluşuyor. Güneş’in bir 3. sayfa haberinden yola çıkarak senaryosunu yazdığı ve yönettiği filmde ateş sadece düştüğü yeri değil izlerken sizin de içinizi yakıyor.

 

İzleyiciye  “başka yol var mıdır, bu sürece nasıl gelinir, başka bir çıkış yolu var mı” sorusunu sordurtmayı amaçlayan filmin başrollerinde Hakan Karahan, Yeşim Ceren Bozoğlu ve Elifcan Ongurlar yer alıyor. Ben de filmin özel gösterimi öncesi filmin ekibiyle bir araya geldim ve filme dair merak edilenleri öğrendim…

 

İsmail Bey öncelikle siz nasıl karar verdiniz bir 3. sayfa haberini beyazperdeye aktarmaya? Sizi bu filmİ çekmeye iten ne oldu?


İSMAİL GÜNEŞ:

2003 yılında küçük bir haber okudum. Bir aile kızlarını önce bir hastalıktan dolayı ameliyat ettirmek zorunda kalıyor ve ne kadar varlıkları varsa bunu o ameliyata harcıyorlar. Fakat ameliyat sırasında anlaşılıyor ki kız 3,5 aylık hamile. Bu sefer aynı aile yaşasın diye servetlerini döktükleri kızlarını öldürmek için başka bir imeceye başvuruyorlar. Sonunda bu adam bu işi başarıyor.Başarı burada tamamen ironik bir durum. Buna bir başarı denemez ama kızcağızı öldürüveriyor. 16 -17 yaşındaki bir kız ve 3,5 aylık hamile. Orada ben “pişman değilim, bir daha olsa bir daha yaparım, öbür kızlarım da aynısını yapsa onları da öldürürüm” diye bir ifade beni çok sarsan bir durum oldu. Tedavisi için varını yoğunu harcayan bir babanın belli ki kızını seven bir babanın böyle bir şey nasıl yaptığını düşündüm.

 

Zaten evlat ne yaparsa yapsın sevilir diye baktığımız için..


İSMAİL GÜNEŞ:

Evet aynen öyle, böyle bir baba nasıl bir kırılma oluyor, nasıl bir duygudur ki bu eylemi yapıyor? Üstelik yaparken de, yani zehri verirken de seyrediyor. Bu kişinin “en ufak bir babalık vicdanı yok mu” üzerine çok düşündüm. O babayla görüşmek için izin almaya çok çalıştım. “Bunu nasıl yaptın, aklına nasıl düştü, bir kerede mi oldu, hiç pişmanlık duydun mu” diye sormak istedim ama soramadım. Sonra da kendimce bir empati kurarak, kendi çevrem üzerinden ben olsaydımdan yola çıkarak bir pişmanlık hikayesi kurdum. Bu hikaye zaman içerisinde gelişti ve bir yol hikayesine dönüştü. Benim anlattığım, Hakan Karahan’ın oynadığı baba hem kendi yüreğine, hem de kızın yüreğine doğru yolculuk yapıyor. Zaman içinde pişmanlık duygusunu kendince geliştiriyor ama yapacak mı yapmayacak mı sorusunu filmde izleyiciler görecek.

 

Bu kısım izleyici için de sürpriz olsun. Elifcan Hanım sizin ilk sinema deneyiminiz. Sizin karakteriniz gerçekten zor ve kendi içinde psikolojik gerilimi olan bir karakter. Siz neler söylemek istersiniz hem karakteriniz hem de ilk senaryo size geldiğinde neler hissettiğiniz ile ilgili?

 

ELİFCAN ONGURLAR:

Ben ilk senaryoyu okuduğumda nasıl yapacağım diye kendime sordum. İlk sinema deneyimimde bütün her şeyiyle inanılmaz yüklü bir karakter olduğu için çok zorlandım. Ama çok güzel bir ekiple çalıştık. Bana bütün yapmam gerekenleri öğrettiler aynı şekilde yardımcı oldular. Oyuncular da aynı şekildeydi. Ama her şeyiyle çok zorlandım. Özellikle İzmir’de yaşadığım için Elazığ şivesi çok farklı geldi. Onun için çalıştım. Ezber yapmaya çalıştım daha çok. Çok fazla bir şeyler okuyarak, bu tarz haberlerle kafamı çok bulandırmak istemedim. Sonuçta sette her şeyi yapabileceğimi düşündüm. Bu şekilde güzel bir filme başlamış olduk. 

 

Bir yandan canlandırdığınız karakterle empati kurmak da gerekmiştir, bilmiyorum siz de öyle baktınız mı ? Mesela bir takım sahneleri çekerken “o olsa nasıl yapardı, ben nasıl yapmalıyım” diye düşündünüz mü? O noktada İsmail Bey’le mi konuştunuz, Yeşim Hanım ya da Hakan Bey’den yardım aldınız mı? Yoksa tamamen kendi kendinize doğaçlama mı yürüttünüz?


ELİFCAN ONGUR:

Herkesin önerileri oldu ama nasıl yapmam gerektiğini düşündüm her zaman. Ama kameranın karşısında oldu ne olduysa. Önceden çalıştığım hiçbir şey olmadı. Kameranın karşısında içimden gelenleri yaptım. Güzel olmuştu umarım, en doğrusu da bu oldu sanırım.

 

Hakan Bey biraz önce de konuştuğumuz üzere insanın inanası gelmeyen bir baba ve siz o babaya hayat verdiniz. Sizin için nasıl bir deneyimdi?


HAKAN KARAHAN:

İsmail’in sözlerinin sonunda şöyle bir şey var “bu hem bir yolculuk filmi, hem de bir babanın kendi içinde yaşadığı ikinci bir yolculuk var” diyor. Ben senaryoyu ilk okuduğumda bir oyuncuya sunulabilecek her şeyi buldum. Kendi bütünlüğü bir yana, zaten baba sara hastası olan bir adam. Bir taraftan kız çocukları olan bir adam. Eşi hamile, zaten ortada 2 tane ufak çocuk var 3. geliyor ve muhtemelen o da kız olacak. Senaryonun içerisinde  bu adam aslında çocuklarına karşı sevgi dolu ve hassas. Buna rağmen törenin emrettiği sertliği uygulaması lazım. Bu ikilem benim hoşuma gitti. Oynayıp üstesinden gelip, başarmak istedim.  Tabii sonunda da karşılıklı konuşmalarımız oldu. İsmail’in benden ne beklediği, benim kendime göre bir oyun planım var. İsmail’le ilk defa çalışıyorum, tutar mı tutmaz mı bilmiyorum. Tutmazsa  b planına geçelim o da olmazsa c planı. Hele ki İsmail gibi tek seferde tatmin olmasına imkan olmayan bir yönetmenle çalışınca her şeye hazırlıklı olmalısınız. Dolayısıyla bütün enerjinizi,  olasılıklarınızı sunmak zorundasınız yönetmene. Elifcan’da olduğu gibi benimki de bazı sahnelere hazır, bazı sahneler tamamen kamera önünde, bazı sahneler ise yarısı hazır yarısı hazır olmadan  böyle sürdü gitti.

 

Yeşim hanım siz de filmde öldürülen kızın annesini oynuyorsunuz, gerçekten zor bir rol ve siz role ayrı bir özenle çalışıyorsunuz bildiğim kadarıyla, o rolü yaşayarak yaratırsınız. Sizin için nasıl bir süreçti?


YEŞİM CEREN BOZOĞLU:

Öncelikle teşekkür ederim. İsmail Hoca’yla bir önceki filmde çalıştık ve bazı yönetmenlerle kanınız uyuşur ve enerjiniz tutar, konuşmadan anlaşırsınız. Benim İsmail hocayla çektiğim ilk filmim olan The Imam da öyleydi. Ancak ikinci filmde senaryoyu okuduğumda hikayeyi çok sevdim ama durumdan gerçekten nefret ettim. Hazmedilmesi çok zor bir şey çünkü. Gazetenin 3. sayfasında okuduğumuz gibi gerçekleşmiyor; an be an realitesini kamera karşısında canlandırdığınızda. Ben genelde bir rolü çalışırken onun haklı olduğu ana damarı bulup o omurganın üstünden kurmaya çalışırım karakteri. Burada bir türlü empati kuramadım. Bu da benim elimden oyunculuk tekniği adına bildiğim en önemli şeyleri alıyordu. O yüzden de İsmail hocayla ciddi anlamda dramaturjik açıdan ve yönetmenin hikayeyi okuduğu yer açısından tartışmalar yaşadık. Kadının o soğukluğu ve olan her şeyi sorgulamaksızın kabul edişi ve üzerlerinde keskin bir kılıç gibi duran törenin emrettiği durumun yaşanması gerekliliği çok enteresandı. 

 

Eleştirmeyi denemek bile söz konusu değil.


YEŞİM CEREN BOZOĞLU:

Öyle bir soru sorma ihtimalinin olmaması ki filmiin bence en önemli ana damarı burasıdır. Başka bir alternatifi mümkün müdür? Bu durumlara, bu kabullenişlere rağmen bu soruyu sorduğu için önemli bir film olduğunu düşünüyorum. Benim bugüne kadar oynadığım en zor roldü. Fiziksel olarak dokuz aylık hamile anneye en başta kendimi inandırabilmek için ciddi anlamda kilo aldım. Hala onları vermekle uğraşıyorum. Ama onun dışında asıl benim için zor olan gerçekten doğuran bir annenin, kendi kanından canından olanın yok edilmesine kayıtsız şartsız rıza göstermesiydi.  Hala bununla barışabilmiş değilim.  İnşallah başarmışızdır hep birlikte.

 

Peki film için töreye daha doğrusu bu cinayete bir anneni gözünden, cinayete kurban giden kızın gözünden ve cinayeti işleyen babanın gözünden bakıyor diyebilir miyiz?


İSMAİL GÜNEŞ:

Öncelikle bu cinayete töre demeyelim isterim. Çünkü töre içinde güzel şeyler barındırır. Buna olsa olsa cinayet denebilir ki töre dediğimizde ayrıca yumuşuyormuş ve  bir hak haline geliyormuş gibi. Ayrıca buna ülkenin bir kesiminde çok yoğun yaşanıyor da diyemeyiz. Bu insanlara kötü , yaramaz, bir şekilde yok edilmeli dersek meseleyi yine çözemeyiz. Bunları anlamamız lazım. Nasıl kendilerini ikna ediyor ve yapıyorlar bu çok önemli bir süreç . Bu çok kolay verilebilecek bir karar değil. O yüzden ben filmi üçe böldüm. Birincisi yaşatmaya dair, ikincisi öldürmeye dair, 3.sü tekrara yaşatmaya dair. Bu adamlar çocuklarını seviyorlar ve söylenenin aksine bu adamlar kız çocuklarını da seviyor, sevmiyor değil. Böyle bir şey yok. Bize de biraz sette bebeğimiz yardım etti. Annesini oynayan Yeşim’in kucağında durmadı ama babasını oynayan Hakan Bey kucağına çağırdığında kollarını açıp ona gitti. Bu çok güzel bir örnek oldu. Yardımcı oldu.

 

YEŞİM CEREN BOZOĞLU:

Bu gerçek bir hikaye. Bebek durmaksızın ağlarken Hakan kucağına aldı ve bebek sustu. Şimdi bunu böyle şirin şirin anlatıyoruz ama güneş dağın arkasına doğru giderken, görüntü yönetmeni stresli bir biçimde son 15 dakika derken, ışık ayakları oradan oraya giderken ve sesli çekime mecburken o çocuk susmadığında bunun ileride şirin bir anekdot olacağını hiç düşünmüyorsunuz. Hayat memat meselesi oluyor o yüzden bu bizim için ilginç bir anı.

 

İzleyiciler bu filmi izlesinler çünkü desem ve devamını sizin tamamlamanızı istesem?

 

YEŞİM CEREN BOZOĞLU:

Çok güzel bir soru bu. Çünkü bu zaten Türk sinemasında üretilen her film için – kendime film yapıyorum gibi ruhsal bir ibareniz yoksa- her sinemacının sorması gereken bir soru. Biz İsmail Hoca’nın önderliğinde bu konuya sosyal anlamda bir duyarlılıkla yaklaştık ve bu filmin içinde yer aldık. İnsan olmanın ne demek olduğuna dair, önyargılara dair, değiştirilmez zannedilen kuralların kanunların ki - Türkiye’de aile çok önemlidir her şeyin tohumu ve çekirdeğidir - aile içinde yaşanan gerek cinayetlere, gerek şiddet olgusuna dair çok soru sordurtacak bir film. Mısır patlakları seyretmekten sıkılıp biraz sahici bir hikaye, bir üst düzeyden tat almak gibi bir hevesi olan seyircilere öneririrm. Filmi henüz seyretmedim, altını çizerek söylüyorum biz başarılı olabildik mi bilmiyorum. Senaryo elbette ki çok başarılıydı eğer biz başarabildiysek 105 dakika boyunca gerçekten çok rahat dışarıda bulamayacakları bir lezzet sunacağımızı düşünüyorum. O yüzden gelip izlerlerse çok mutlu oluruz. İsmail Hoca daha önce şöyle bir şey söylemişti:  “eğer bu duruma maruz kalan, aile içindeki bu cinayete mecbur kalan bir tek kişinin aklına bile başka bir yol var mı, başka bir çıkış var mı öldürmekten katletmekten başka yol var mı dedirtebilirsek bütün emeklere ve çabalara değer” Bu da bu filmin kalbidir zaten.

 

ELİFCAN ONGUR:

Sanat çok güzel, harika hepimiz eğleniyoruz ama en önemli kısmı insanları bilinçlendirmeye yaraması. İsmail Hoca’nın dediği gibi bir kişiyi bile bilinçlendirebilirsek ve bizim içimizde yaşadığımız şeyi karşı taraf hissederse başarılı olduğumuzu düşüneceğiz kesinlikle. O yüzden gitmeleri gerektiğini düşünüyorum.  

 

HAKAN KARAHAN:

Aşağı yukarı söylenecek her şey söylendi ama kültürün ve sanatın eğitici tarafından yola çıkarak filmin getirdiği bir artı var. Mesaj ortada. İsmail’in etkilendiği bu trajik olay ortada ama sonuçta ben kendi tecrübelerime dayanarak da şunu söyleyebilirim iyi bir senaryo yoksa zaten iyi bir film olması o zamanki şans ve kaderle alakalı. Burada müthiş bir senaryo var, sekmeyecek kadar yüzde yüz iyi bir film olduğuna inanıyorum. Sonuçta buna inanamasak başta İsmail olmak üzere hiçbirimiz bu projenin içinde olmazdık. Ben de dönüp dolaşıp senaryonun kuvvetinden dolayı iyi bir film olduğuna ve bu yüzden seyircinin geleceğine ve filmi beğeneceğine çok inanıyorum.  

 

Röportaj: Merve Genç

 

 

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter