Popüler Sinema

Paylaş
Röportajlar

‘Cin korkusu Türkiye’den yayılsın istiyorum’

‘Cin korkusu Türkiye’den yayılsın istiyorum’
Üye: Banu Bozdemir Hasan Karacadağ yılmayan, deneyen, cinlerin peşinde koşturan bir yönetmen. Eğer dünyaya bir cin korku sineması yayılacaksa bunun ülkemizden olmasını diliyor. O yüzden dinin derinliklerinden bulup çıkardıklarıyla korku filmleri çekiyor, Dabbe: Bir Cin Vakası’da bunlardan biri. Found footage mantığıyla çekilen filmle ve korku sinemasının alanları konusunda ilgili Hasan Karacadağ ile uzun bir sohbet yaptık… İyi okumalar…

Dabbe: Bir Cin Vakası ve El-Cin’in farkı nedir, Dabbe: Bir Cin Vakası neden araya giriverdi hemen? 

Uzun yıllardır kafamda olan bir hikayeydi ama nasıl anlatacağıma karar veremiyordum. Gülhane Tıp Fakültesi’nde bizim kaldığımız koğuşun arkası psikiyatri bölümüydü. Okuldan çıkıp oraya giderdim. 
 

Peki bu anlattığınız vaka nasıl sonuçlandı, anlaşılamaz bir durum olarak mı kaldı? 
 

Evet. Yıl 1994. Birinci sınıfın sonlarındaydım. Olay şu aslında. Uyurgezelikle ilgili araştırma yapan bir doçent var. O yüzden uyurgezerlerle görüşüyor. Bizim filmimizin çıkış noktası da o, ana karakterimiz uyurgezer. Girişte ben onun sağlık raporunu da gösteriyorum aslında. Uyurgezerlik öyle bir durum ki deneylerde hastanın kafasını kapatıp hiçbir şey görmemesi sağlanıyor. Gidiyor kapıyı açıyor, arabaya biniyor. Yani neredeyse görüyormuş gibi davranıyor. Bununla ilgili bir sürü deney var. Bir adam karısını öldürüyor ama uyurgezerim diyerek yıllarca sürecek bir dava başlatıyor ve sonrasında kazanıyor. Gözün dışında bir durum var. Alman filozof Schopenhauer uyurgezerlikle ilgili incelemelerden sonra önceki filozofi bilgilerimin hepsi çöpe gitti der. Biz göze odaklandık ama orada başka bir durum var diyor. 


Neyle görüyor olabilir? 


Sonra bir hastanın uyurgezer durumdayken başka bir dilde konuştuğuna tanık oluyor. Ve bu dili araştırıyor. Bu dilin en eski Aramice dili olduğunu buluyor. Şimdiki İbranice’ye daha yakın olan bu dil cinler aleminin dili olarak geçer. Şu anda bir dille konuşuyorlarsa o dil olarak geçiyor. Benim izlediğim bu araştırma kayıtları. Ben bunu alıp tabii ki açtım, sinemaya uyarladım. Kitap okumak, film izlemek yerine bazen gerçeğin içine dalmak daha iyi oluyor, keşke bu yöntemi daha önce kullansaydım diyorum. 


Yöntem olarak nasıl anlattınız?  


Footage / Buluntu film tarzında anlattım. Dünya’da da bu tarz filmler seviliyor. Hem güncel bir anlatım hem de gerçeklik duygusu seyirciye daha iyi geçer diye böyle bir tarzla yola çıktım. 
 

Nasıl bir yöntem izlediniz peki? 


Başlarken gerçek ses kayıtlarıyla başlayacağız. Biraz deforme ettim sadece. Ceyda T.’nin birinci gece kayıtları deyip başlıyoruz filme. 





 

Şimdiki durumlarına ilişkin bir araştırma yaptınız mı? Yani aile ne durumda? 
 

Yok tabii Ceyda ismini ben koydum vakaya. Sonu felaket ailenin. Filmde gördüğünüz şeyleri yaşıyorlar. Şimdiki durumları ise aynı benim finallediğim şey. Gerçeğe sadık kaldım ama sonuna sinemasal bir yorum kattım. Kadın şu anda kimseyle konuşmuyor, dünyayla ilişkisini kesmiş durumda. Ama bir şekilde filmi izlese bu benim hikayem der gibime geliyor. 


İki filmin birbirinden farkı ne peki? El Cin daha mı bütçeli? 
 

El-Cin üç boyutlu olsun istiyorum. Teknik bir şey denedim ben orada. Çok ağır bir yükün altına girildi. Ben gerçek mekanlarda çektim o yüzden sonradan üç boyut yöntemini kullanacağım. Farklı bir şey daha denedik. Bir üçüncü göz gibi, insan gözü nasıl görür? Üç boyutlu görüyorum ama sinemadaki üç boyut algısı farklı. Orada bir sahtelik var. İnsan gözü gibi bir sahtelik olmadan nasıl görürüz? İşte bu aştı Türkiye’yi. Öyle çektim. Normal çekim var bir de insan gözünün çekimi kaydırmasıyla oluşan bir versiyon var. Bu ikisini üst üste bindirdim gerçekten enteresan bir şeyler oldu. Onun efektleri de zordu, iyi yapılmasını istedim. Efekt için yurtdışına gönderdim. Kurgusu bitti, aşağı yukarı yüz plan dijital efekti var. Zorlasak o da Ekim Kasım’a yetişecek. Bunu da onun uzayacağı belli olduğu için çektim. Bir de bu Footage mantığı ilginç geldi bana. Yakalayamadığım bir gerçeklik duygusu vardı, itiraf ediyorum onu. Ama burada yakaladım. Amerika’da bazı şirketler teklif geldi biz dağıtalım mı filmi diye. Aslında benim film Paranormal Activity’e benziyor. İlki dahiceydi. Sonra ona benzer bir şey yaparsanız kimse korkmaz, o verdi gitti etkiyi. Artık Japon korku filmleri de bitti. Artık aynı şeyi yapıyorlar, uzun saçlı kadınlar vs. Sürekli yenilemek lazım. 


Korku filmlerini seviyoruz ama bir yandan da bizim doğru dürüst korku filmlerimiz yok, sektörümüz yok. Dışa bağımlıyız bu anlamda. 
 

Ben bu cin konularının falan üç beş yıl içinde Dreamworks ya da WB tarafından filmleştirileceğini düşünüyorum. Etkiyi görüyorum adamların üzerinde. Üç milyar insanın inandığı bir şeyden bahsediyorum. 

 

Yurtdışında cinlerle ilgili bir şey çekilmesini de istersiniz o zaman?
 


Evet tüm amacım bu. Nasıl Japon korkusu Amerika’yı istila etti hatta bitirdi. Elm Sokağı Kabus’ları da bitti. Paranormal de onu yaptı. Göstermemenin son noktasına gitti. Artık korkmuyorsun. Şimdi cin meselesi de Türkiye’den yayılsın istiyorum. İslamik bir unsur gibi değil de buradan çıkış yapsın istiyorum. Onun için de uğraşıyorum. Semum’u da Exorcist’e benzetmişlerdi. Evet ben Exorcist’e birebir benzeyen bir sahne çekiyorsam bunu bilerek yapmışımdır.  O şekilde dünyaya yaydım; Semum’un DVD’si 24 ülkeye satıldı.

 

Filmleriniz fena izlenmiyor, belli bir kitlesi var ama eleştirenler de çok sizi. Ama bir inadınız da var… 

Evet düşünerek yapıyorum, planlamadan yapmış olsam tamam kabul. Ama ben bu tarz var bunu geliştirebilir miyim diyorum. Dil çok güzel, ben neden onu kullanmayayım. Benim de buluntu film olayı hoşuma gitti. Dünyada bu filmleri seven, büyük bir kitle var. Benim filmde o janrın içinde. Bizim kültürel kaynaklarımızla o dili geliştirmeye çalışıyorum. Burada kameraya bir ruh verdim. Evde olaylar olduğu zaman karaktere dönüyor, sonra açılıyor falan. Kamera o varlığın gözü gibi oldu, bir yandan olayları açtım evin dışına taşıdım. İnce işçilik var bu filmde, bakalım.

 

Yazın girme mantığınız? Ramazan? 

Ramazan korkunç bir dezavantaj olabilir. İnsanlar oruç tutup sonra da teravi’den çıkıp gelir mi ki? Bir felaket de olabilir ama ben yaz sinema kültürü diye bir şeye inanıyorum. Bu biraz da bizim yapımcıların korkaklığından kaynaklanıyor. Yapımcılar yazın iki tane sağlam film yapsa izleyiciyi alıştıracak zaten. Ama birkaç Türk filmi girecekti vazgeçtiler. Biz duyuralım da isteyen gelsin, duyuramazsak o daha kötü işte. 

Kendiniz karşılıyorsunuz filmlerinizin maliyetini değil mi? Kültür Bakanlığı desteği falan? 

Bir kere şöyle bir şey yaşadım o benim moralimi bozdu. Kültür Bakanlığı’ndan çok yetkili birisiyle sohbet ediyorduk, dedi ki ‘bence siz hiç göndermeyin.’ Bu cümle o kişinin söylememesi gereken bir cümleydi. Yani bu tarz filmlere verilmez, biz de vermeyiz demek istiyordu. Ben de talep etmedim zaten bir daha. Ama başka tarzda bir film yapar gönderirim Kültür Bakanlığı’na. Bizim yaptığımız filmlere kültürel film gözüyle bakılmıyor. Japon Kültür Bakanlığı Ringu’yu desteklemişti mesela. Bende kendimi yırtıyorum, okuyorum kaynak kalmadı artık. Kültürel bir iş yapmaya çalışıyorum ve cinler ile ilgili en derin kültür bizde. Araplarda bile yok böylesi. Bizde olaylar anlatılmış, gizem yaratılmış…

Evet bizde inanan da var inanmayan da ama Araplar daha fazla inançlı galiba bu konuda? 

Bizde Şaman kültüründen gelen bir inançla harmanlanan bir şey de var. Sonuç olarak kavramlar çok zengin. İşlenmesi gerekiyor, desteklenmesi gerekiyor. Hepsine verilmesi gerekmiyor ama ben şu an beşinci filmimi çektim. Kendi imkanlarımla yaptım ve Kültür Bakanlığı’na pay vermişim. İhtiyacım olmadığı ve peşinde koşmadığım için gündemimde değil açıkçası. 

Size dizi teklifi geliyor mu korku dizisi çekmeniz için ya da sizin aklınızda var mı böyle bir şey? 


En çok yapmayı istediğim şey aslında. Kanal yöneticileriyle görüştüm ama her şey RTÜK’de kitleniyor. RTÜK kelimesi tüylerimi ürpertiyor. Dünya görüşüm vs RTÜK’çü gibi durabilir ama ‘cin’ kelimesine bile takılıyorlar. Bir projem var yazdım hatta Ölüler Yokuşu diye. İzleyicimiz fazla melodram seviyor gibi, erken bile olabilir. Kanallar bir kere deneyip reyting alırlarsa kendiliğinden talepler gelir diye düşünüyorum. 

Korku malzemelerinizi değiştirmeyi, açmayı düşünüyor musunuz? 

Deccal var projem galiba orada her şeyi değiştireceğim. En büyük hayalim o, onun hazırlıklarını yapıyorum şu anda. Bu iki film umduğum gibi giderse Deccal düşünüyorum. Biraz daha Matrix gibi bir şey olacak. Aksiyon da olabilir. Kitleyi açabiliriz, korku dediğimiz zaman üç yüz bin kişi başkası yok. Bizde de uzaylı kavramı var. Deccal’de bir açılım olur ama biz daha cinleri çok iyi işleyemediğimiz kanaatindeyim. Buluntu film kavramının cin mantığıyla çok iyi buluştuğunu gördüm bu filmde. Paranormal’lerdeki varlık açıklanamıyor, öyle ki oturmuyor onların fikrinde bir yere. Ama yine de ürkütücü. 

 



 

Antichrist’i izlediniz mi? Doğanın insan psikolojisine etkisi gibi filmler de çok etkiler beni, gizem korku onlarda da var!

Çok severim o filmi.  Gerçekle karıştırmış olması çok hoşuma gitti. Evde yalnızsınız cin kavramı sizi korkutabilir ama banyoya girdiniz ve çıktıktan sonra oradan biri geçti. Bu daha gerçek. Cin kavramı bunun yanında daha sönük. Her şeyiyle mükemmel bir filmdi. Bizim ülkemizdeki oyuncularda o cesareti yakalayamazsınız, harikalardı. Örnek güzel. Ben hala işin ticari tarafındayım, ondan sonra deneysel taraflarına geçerim. Doğayı da kullanmak lazım. Etkileyici oluyor. Benim de bir hikayem var tamamen insan deliliği üzerine ama mistik tarafına kaymadan. Belki psikolojik korkuyla da, cin demeden de seyirciyi yakalayabiliriz. 


Türk sineması hakkında neler söylersiniz, gidişat nasıl? 


Kaostan düzen doğar mı bilemem ama şimdi biraz o durumda. Dağıtımcılarda da bir sıkıntı başladı. Bir adam film çekmiş kötü bir film ben bunu 150 kopyayla vizyona çıkacağım diyor. Öyle bir olasılık yok, ayrıca onu vizyona sokmak seyirciye hakaret. Fakat parası da var geliyor ve sinemaları işgal edeceğim diyor. Tamam senin paran var ama 300 kişilik salona üç kişi gelecek. Üç hafta kapatıyor, sinema zararda. O tarafını da düşünmek lazım. 

Tam tersi de var, salon bulamayan yönetmenler…  


Evet 20 kopya girmek isteyen de arada yanıyor. Dağıtımcının buna dur demesi lazım. Bu film olmaz demesi lazım. Yurtdışında böyle. Her şeyime güvendiğim bir film çektim diyelim, adam bir dakika, önce bir izleyelim diyor. Bizde yapılıyor ve son dakika yetiştiriliyor vizyona. Art house filmlerde ise ayrılan salonlar ve seyirci sayısı belli. Onların da bir kitlesi var sonuçta. 


Siz kaç kopya gireceksiniz? 


150 – 200 arası düşünüyorum. Bakalım yazın nasıl olacak, ben de merak ediyorum. 


Son söyleyecekleriniz… 


Ben hep deneyen birisiyim. Denedikçe hoşuma gidiyor. İlk Dabbe’yi çektiğimde deneyimlerimi Semum’a çok iyi aktardım, Dabbe 2’de başka şeyler denedim, tecrübe edindim. Burada found footage mantığını denedim. Yeni tatlar da gelecek. Bir de korku filmi gibi filmler sinemada izlenmeli. Mesela cin filminin sinemada vereceği dehşet ve tadı hiçbir yerde alamayacaklar. Perde için tasarladım ben onu, ses bile öyle tasarlandı. Film sinemada izlenmeli bence. 



Röportaj: Banu Bozdemir

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

RÖPORTAJLAR

Seda Aktaş: “Kitlesel fonlama, film üreti...

Seda Aktaş: “Kitlesel fonlama, film üreti...

Fırat Sayıcı

Aziz Alaca: “Kısacıların birçok uzuncudan...

Aziz Alaca: “Kısacıların birçok uzuncudan...

Fırat Sayıcı

Salvatore Schirmo: "İtalyan sineması...

Salvatore Schirmo: "İtalyan sineması...

Fırat Sayıcı

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter