Popüler Sinema

Paylaş
Röportajlar

Ben Galatasaraylıyım ama artık Trabzon’un kızıyım

Ben Galatasaraylıyım ama artık Trabzon’un kızıyım
Üye: Serdar Akbıyık Moskova’nın Şifresi Temel filminin başrol oyuncuları Aslıhan Güner ve Alper Kul çekimlerde yaşadıkları komik olayları anlattılar. Aslıhan Güner Karadenizli olmadığı halde bu film sayesinde Trabzon’un kızı olduğunu söyledi...

Komedi türü Türk sinemasının en enerjik filmlerini barındırır içinde. Üstelik Yeşilçam’dan günümüze en büyük değişimi geçirmiş türdür de. Yeşilçam döneminde trajikomik filmler seyrederken günümüzde absürt komedi baskın çıkmaktadır. Bu da dönemimiz komedi filmlerinin en eleştirilen yönüdür. Bu hafta vizyona giren Moskova’nın Şifresi Temel birinci filmden sonra böyle bir tür değişimi yaşamış. Dramatik derinliği daha fazla olan bu ikinci filmde güldüğünüz kadar duygulanıyorsunuz da. Bakalım Temel’in ve sevgilisinin hikayesinde ne gibi değişiklikler olmuş. Alper Kul ve Aüslıhan Güner sorularımızı cevapladılar...


Bu bir devam filmi. Devam filmleri genelde biraz risklidir. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Sanırım bir film daha çekilecek...


Aslıhan Güner: Filme ilk başlarken yapımcımız Adem Bey (Kılıç) benim karşıma filmin senaryosunu koyduğunda bunun bir üçleme olacağını söylemişti. Bu beni daha çok heyecanlandırmıştı. Hem büyük bir risk, hem de çok güzel bir şey oyuncu adına. Çünkü devam filmi olacağı için karakterin açısından artısı oluyor, daha alışmış oluyorsun rolüne. Ama onun dışında izleyicinin beklentisi her filmde daha çok artıyor. "Bakalım bu sefer ne yapacaklar" beklentisi oluşuyor. Biz tabii ki bunları dikkat aldık. İlk filmden sonra tabii ki çok olumlu eleştiri de aldık, olumsuz da. "Bunlara dikkat edelim" dedik çünkü bir devam filmi çekeceğiz. Dediğim gibi birinci filmdeyken, iki ve üçteki işler ortalama olarak belliydi. Bunların hepsini twitter'dan, Face'ten (Facebook), sosyal medyadaki forumlardan, ya da birebir görüşmelerde, bunların hepsini biriktirdik, bir havuzda topladık. Ve bu havuzdaki olumlu ve olumsuz eleştirilerin hepsini değerlendirmeye aldık. Yılmaz Ağabey (Okumuş) ona göre bir şeyler yazdı. Bittikten sonra sekiz kere revize edildi senaryomuz. İzleyiciye ne kadar yakınlaşabilirsek bizim için o kadar iyi çünkü bizim filmimizde Temel ve Fadime fıkralarındaki kadar karikatürize edilmiş bir durum yok. Daha insani, daha naif, daha sıcak ve insan elini uzatsa değebilecek karakterler çıkarmaya çalıştık. Bizim hamurumuz buydu filmde. Doğallık, içten olma, Karadeniz insanının kendisiyle alay etme durumundan yola çıkarak bir şey yaptık. Bunun dışında bu sene dedik ki "Bir şeyler tabii ki koymalıyız." Ne yaptık? İzleyicinin ne kadar farkedeceğini bilemeyiz ama kamera arkasında yine çok sağlam bir ekiple çalıştık. Adem Bey iyi olanı bozmak istemez o yüzden yine geçen seneki o iyi olan ekiplerimizle hep devam ettirdik. Kamera arkası ekibi ve oyuncular birbirilerini çok iyi tanıyorlardı artık. Bu da bir artı oldu. Onun dışında filmde şaşırtıcı, seyirciye bir sürpriz olarak mesela Moskova yaptık, Moskova'da iki hafta süren bir çekim gerçekleştirdik. Orada da yine bizimkiler acayip olaylar yaşamışlar. Onun dışında yine Karadeniz'i kullandık. Bu sefer Rize'ye de gittik. Tabii ki geçen seneden avantajımız vardı, oradaki insanları da bildiğimiz için... Artık ben resmen oranın kızı gibiyim. Benim gerçekten oralı ve oranın kızı olduğumu düşünüyorlar. Onun dışında aksiyon var bu sene. Aksiyon-komedi yaptık. Daha hareketli ve akıcı oldu film.

 

 

Özellikle ilk filmin seyirciye hatırlattığı iki şey var, biri Temel-Safinaz hikayesi, diğeri de Temel fıkraları. Birinci film bu iki konsepte daha fazla bağlı bir filmdi. İkincisinde öyle değil, daha fazla insan hikayeleri var. Bu sefer karakterleri nasıl derinleştirdiniz, ne gibi bir yol izlediniz?


Aslıhan Güner: Benim karakterim Zuhal'in daha bir Karadeniz kızı olduğu bu filmde ortaya çıkıyor. Evet orada doğmuş, büyümüş ama babası yurtdışına göndermiş, orada kendini geliştirmiş, eğitimini almıştı. Tabii Trabzon'a geldiğinde aslında normalde daha farklı bir Zuhal olabilirdi ama biz daha Karadeniz insanına yakın olmasını istedik. Normalde İngilizce kelimeler kullanıp telaffuzu değişebilirdi Zuhal'in ama daha Karadeniz kızı olacağı için biz bu tarz bir çizgi çizdik. Bu da tabii ki Yılmaz Ağabey'in kalemi sayesinde ortaya çıktı. Aslında çok bahsetmek istemiyorum ama bir kıskançlık hikayesi ve yanlış anlamalar üzerine kurulu aksiyon arka arkaya geliyor filmde. Mesela fragmanda olduğu için rahatlıkla söyleyebilirim, Zuhal'in silah kullandığı bir sahneyi görüyoruz. Masaya yumruğunu vurduğu zaman ses çıkaracak bir kız olduğunu ikinci filmde anlıyoruz. Çünkü sevdiği söz konusu ve burada bir acaba var; ihanet mi var, kıskançlık mı var, yanlış anlaşılma mı var? Kafasının tası atıyor Zuhal'in ve izleyici orada onu farklı bir şekilde görmeye başlıyor.

 

Alper Kul: Temel de ilk defa öyle görüyor, hayalkırıklığı mı olur...

 

Aslıhan Güner: Acaba yanlış kişiyle mi evlendi diye...

 

Alper Kul: Eyvah dediğin an.

 

Aslıhan Güner: Benim için keyifli oldu tabii. Ben biraz severim masaya vurdu mu ses çıkmasını... Biraz Karadeniz kızı olduğu orada ortaya çıkıyor.

 

 

İkinci filmde oynamak hem risk, hem de keyifli Aslıhan Hanım'ın dediği gibi. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda. Üçüncü film de çekilecekmiş galiba...


Alper Kul: Her tutmuş, beğenilmiş işin ikincisi risk ihtiva eder. İhtiva doğru kelime mi?

 

Aslıhan Güner: Ne bileyim, yaşımı ele verme şimdi... Küçüğüm ya...

 

Alper Kul: Bunun farkındaydık Allahtan. Birinci filmimizi çektikten sonra sosyal medyada araştırma ve sonrasında bir, iki anket çalışması yaptı prodüksiyon şirketimiz. Birinci filmin neden beğenildiği, beğenilmeyen yerlerinin neler olduğu ile ilgili kapsamlı bir araştırmaya gittiler. Bu bizim için iyi bir yol haritası oldu. Çünkü neyi doğru yaptığını ilk başta bilirsen en azından ikinci filmde daha az hata yapıyorsun. Doğru yaptığımız şeyleri tutup, daha az sevilmiş yerlerin üzerine giderek ikinci filmin senaryosunu, bitmiş hali dediğimizin üstünden yedi, sekiz revizyonla tekrar elden geçirerek, birincisinden daha komik bir komedi-aksiyon filmi çıkarma yoluna gittik. İlk filmimizde aksiyon sahnelerimiz o kadar yoğun değildi, ikinci filmimiz daha aksiyona dayalı bir komedi filmi oldu. Gerçekten çalıştık, filmi çekerken de, çekmeden önce de hiç rehavete kapılma, şımarıklıkla ilgili bir durum yaşanmadı. İlk filmimizi çekiyormuş gibi heyecanla, daha dikkat ederek bir iş çıkardık.

 

 

İkinci filmde daha fazla insan hikayesi, daha az klişe var. Sizin oyuncu dilinizde de değişiklik olmuş. Bu geçişi nasıl sağladınız?


Alper Kul: İnsana zor sorular nadir gelir. İlk filmimizin hikayeyi, karakterleri, bölgeyi, yöreyi, durumu anlatmakla ilgili bir gerekliliği vardı. Diyoruz ki "Bu tip Temel, bu Zuhal. Bunun babası imamdır, bu da yaşadıkları yer." İkinci filmde ilk filmi izlemiş olan seyircilerin edinmiş olduğu enformasyondan yola çıkarak bu tiplerin daha bir karakter olarak günlük hayattaki hallerini göstermek üzerine odaklandık. Burada da çıkış noktamız güven duygusu oldu. İlk filmimizin finalinde evleniyordu esas kahramanlar  fakat bir insanın evlendiği zaman karşısındaki insanın tapusunu eline almadığını anlatmaya çalıştık aslında. Karının, ya da kocanın kalbini sürekli kazanıp, her gün ilk günkü heyecanla aşkına, sevgine, evliliğine emek harcaman gerektiğini gösteriyor bir taraftan da. Filmimizi izlememiş olanlara anlatayım... Temel, Rusya'ya mafya hesaplaşmasına gittiğinde Zuhal onun Nataşalar'a gittiğini zannedip yanlış anlıyor, boşanmayı bırakın vurmaya geliyor silahını alıp adamın. Bunları toparlamak da zaman alıyor, o zaman dilimi de ikinci filmimizin önemli bir bölümünü oluşturuyor.

 

Bana filmden çıktığım zaman sorduklarında “Bence ikisinin arasındaki en büyük fark ikincisinin dramatik yapısının daha fazla olması” dedim. Komedi-aksiyondan çok dramatik yapısı daha derinlikli, her iki karakter için de. Ama özellikle Temel karakterinde dramatik yapı daha fazla belli oluyordu. Bu komedi filmleri için biraz da risktir çünkü komediden daha farklı bir dala geçer, trajikomik olmaya başlar ki bu biraz da Yeşilçam'ın komedisine denk gelir. Siz bunu bir risk olarak görüyor musunuz?


Alper Kul: Bu riski gişe olarak soruyorsanız bildiğim bir konu değil benim. İnsanların beğenilerini çok fazla bilmiyorum. Her gün ezber bozuluyor. Ben bilirim diyen adama da çok da inanmıyorum. O bir hissiyat ve o hikayenin yaşıyor olması, organik olması, bozulmamış doğal bir hikaye olması insanlara daha kolay ulaştığını düşündürtüyor bana. O yüzden bizim ilk filmimizdeki tiplerimizin günlük hayat içerisinde yaşadığı sorunlara değiniyor olmamız bence tam aksine izleyici tarafından daha olumlu karşılanacaktır. Çünkü tam olarak da daha çok yaşayan, daha çok gerçek karakterler olarak, kapı komşusu, alt mahallede yaşayan kardeşleri, halasının kızı dayıoğlu hissiyatında bir tadı uyandıracaktır. Biz bu hissiyatı ilk filmimizde verebildik, bunu da Ruhi'yle (Sari) geçen ay Trabzon'a gittiğimizde test etmiş olduk. Biri gelip benim kafama şaplak atıyor, bir tanesi karnıma elini sokuyor. Tam olarak alt sokağında yaşayan birisi muamelesi yapıyor. Bu gözyaşartıcı bir durum, çok hoş. Bir oyuncunun başına gelebilecek en güzel şeylerden bir tanesi. Demek ki oynadığım karakteri ben inandırmışım. Ve hemen akabinde ikinci filmde hayatın içerisinden çıkmış adamın başka durumlarını da gösterdiğimizde daha da sevdireceğimize inandırıyor bana.

 

Aslıhan Güner: İkinci filmde Zuhal'in iç dünyasını azbuçuk öğrenmiş olduk. Ne zaman nasıl sinirleneceğini, ne zaman tepki verebileceğini görmüş olduk. Ben Karadeniz'de, Trabzon'da kızlarıyım artık onların. Herkes bana orada oranın kızıymışım gibi davranıyor. Oradaki Nihat Usta mesela "Babanın yerine geldim" diyor. Herkesin bakışları, hitap edişi... Karadeniz insanı sevmese mesela hiç oyuncusun diye o numaralara girmez, suratına bakmaz çeker gider. Ama sevdiği için candan yaklaşıyor. O da hakikaten çok güzel bir şey.

 

Alper Kul: Nihat Usta, Zuhal'in evinin sahibi. Ev tabir ettiğimiz mekan Nihat Usta'nın. Nihat Usta bile bir keresinde bana "Bizim evden gelip de öyle kız mı alınır" diye bozulmuş. Yani mekan sahibi olarak bile bu kadar olayın içinde insanlar.

 

 

Aslıhan Hanım filmin ilk sahnelerinde, daha senaryonun tam içine girmezken oyunculuğunuz normal şekilde ilerliyor fakat bir yerden sonra coşuyorsunuz. O silahlar falan ortaya çıkınca, siz de olaya gerçekten konsantre olmuşsunuz ve coşmuşsunuz. Acaba doğal olarak da tepkileriniz buna yakın mı?


Aslıhan Güner: Biraz yakın o yüzden de doğal oldu. İlk filmde başlarken Adem Bey Karadeniz deyince herhalde ben bir köylü kızını oynayacağım, silahlar, güçlü bir kız, odun taşıyacağım falan dedim. Şive öğreneceğim diyorum kendi kendime. Bir geldim ben yine topuklu ayakkabılarla, çıtıpıtı... Ama tabii şansıma ben o dönem bunun hakkını vermiş oldum başka yaptığım işlerden o yüzden bu da benim için farklı oldu. Topuklu ayakkabı üstünde de olsa o Karadeniz kızı onu yapar. Hiç o kılıp kıyafetle falan alakalı değil. Benim için de çok keyifli oldu.

 

Alper Kul: Sonuçta çocuk ilk eğitimi anneden alıyor. Deliyim diye ortalıkta gezen Karadenizlinin annesi böyle bir annedir.

 

İlk filmi çektiğinizde yeni bir hikayeydi onun için çevredekiler sizi çok fazla tanıyamamıştır, içselleştirememiştir veya tepki gösterememiştir. İkinci filmi çektikten sonra artık belli bir hikayenin kahramanlarısınız ve dediğiniz gibi tepkiler alıyorsunuz. İlginç anılarınız var mı çekimlerde yaşanan?


Alper Kul: Bir tane çocuk vardı, adı neydi? İnsan, Trabzon Merkez'den Akçaabat'a yürür mü ya? Çocuğu kovuyoruz, gidiyor, tam çekiyoruz taşların, kayaların arasından çıkıyor. “Oğlum” diyorum “Tamam konuşalım gel bu kenara”, oraya koyuyoruz, mekan değiştiriyoruz öbür taraftan "Temel degedegattay mısın" diyor. Temel degedegattay mısın diye bir tabir oluştu orada. Artık çekmenin imkan ihtimali yok. En dramatik sahneyi çekiyorsun yemin ederim denizin içinden bir kafa çıkıyor. "Temel degelegattay mısın" deyip kayboluyor. Her yerde böyle bir tepki var. Üçüncü filmimizde gerçekten daha da zor olacak artık sokakta çekim yapmak.

 

 

Rusya'daki çekimler nasıl oldu?


Alper Kul: Yine "Temel degedegattay mısın" diyen Trabzonlular orada da vardı. Sen zannediyor musun ki Karadenizliler sadece o bölgede oturuyor...

 

Filmde bir de Trabzonluluk vurgusu yapılıyor. Hangi takımı tutuyorsunuz?


Aslıhan Güner: Ben Galatasaraylıyım. Ama fanatik bir taraftar değilim.

 

Alper Kul: Milli takımlıyım diyeceksin...

 

Aslıhan Güner: Ama şimdi yalan söylemeyeyim. Yoğun fanatikliğim yok ama... Ama Trabzon forması giydim tribünde...

 

Alper Kul: Ergun Gürsoy ekolü...

 

Siz?

Alper Kul: Trabzon...

 

 

İkinci filmde son dönemde yaşanan olaylar da var, yani Fenerbahçe-Trabzonspor çekişmesi falan... Fakat film her ne kadar Trabzonsporluluğu çok iyi verse bile bu olaya hiç girmemiş çok doğru yaparak.


Alper Kul: Suni bir stres, niye ona giresin ki? Bizim tek bir amacımız var insanları güldürmek başka hiç bir amacımız yok. Zaten o kadar gergin bir ülkede yaşıyoruz ki, o kadar sıkıntı var ki her tarafta birbuçuk saatliğine insanlara gülmeyi vadediyoruz, başka da bir iddiamız yok. Niçin öyle suni yaratılmış bazı konulardan dolayı daha fazla gerilim yaratılsın ki... Bizim işimiz değil o. Zaten işin muhatapları görüşüyorlar, konuşuyorlar. Hallolur, halledilir.

 

Aslıhan Güner: Ben mesela hiç rahatsızlık duymuyorum kendi adıma çünkü yıllarca Galatasaraylı olarak ben Fenerbahçe içeriği olan bir sürü Türk filmini canı gönülden seve seve izledim her zaman. Biz insanız, hepimiz aynı ülkenin topraklarında yaşıyoruz. Bizim aramızda nasıl Trabzonlu varsa, Galatasaraylı varsa filmlerde de olacak, bu çok normal.

 

Filmin bir özelliği de şu Türk sinemasında bir ilktir Trabzonspor'un bu şekilde bir filmde yer alması. Fenerbahçe, Galatasaray, çok az olsa da Beşiktaş'ın var, Bursa'nın hatta yeni belgeseli var, Trabzonspor'un hiç yoktu.


Alper Kul: Üçüncü filmimiz o zaman sizin ilgi alanınıza giriyor. Barcelona'ya gitme sebebimiz Xavi'yi kaçırmak. Barcelona'nın rengi bordo-mavi ya yabancılık çekmez uşak diye onu kaçırmaya gideceğiz.

 

 

İkinizin sinema geçmişiniz çok eski ve bayağı maceranız var. Yan rollerde de olsa bir çok filminiz var ve bu çok bilinmiyor aslında. Biraz bundan bahsetsek. Tiyatro ezmiyor ama dizi dünyası eziyor mu acaba sinema karakterlerinizi?


Aslıhan Güner: Aslında ezmiyordur da, diziyi her hafta görüyorlar ama sinemayı bir ay, iki ay boyunca görüp daha sonra unutabiliyorlar. Mesela benim ilk sinema filmim The İmam'dır bilirsiniz. Her ramazanda bir çok kanalda verilir, o ramazan ayında herkes beni hatırlar. Dizide her gün gördükleri için tabii ki daha fazla insanların aklında kalıyormuş gibi oluyor ama ben bu filmde onun olmayacağını biliyorum çünkü bu film hem komedi, hem de zaten okula adım attığımızdan itibaren birbirimize Temel fıkralarıyla şaka yaparız, zaten biz bu şekilde büyümüşüz. Bunun öyle unutulmayacağını düşünüyorum o yüzden de çok şanslı hissediyorum kendimi. Ben böyle bir konuda, böyle bir filmde modern Fadime'yi oynadığım için bu karakterimin ezilmeyeceğini, dizinin altında kalmayacağını biliyorum.

 

Alper Kul: Tiyatro çok ayrı gitti benim geçmiş hayatımda. Televizyon ve sinemayı bir tutuyorum. Tiyatroyu ayrı koyduğumda ikisi de mühendislik ama birbiriyle alakası olmayan iki mühendislik. Biri kimya, biri makine mühendisliği. Ana branş dalı olarak aynı ama ikisi farklı şeyler. Televizyon ve sinema benim sette öğrendiğim bir iş. Burada da şöyle bir huy var, onu da içine girince öğrendim, ilk ne iş yaparsan akabinde ona benzer işler geliyor. Ben ilk Kınalı Kar'da oynadım, ağalı beyli bir diziydi. Esas kızı seven yancı oğlanı oynuyordum, esas kız esas oğlana varıyordu ben de her hafta ağlıyordum. Sonra o dizi gitti, üç sene gitti ve hemen akabinde televizyonda ve sinemada bir önce ne oynamışsam ona benzer işler geliyor. Sen yönetemiyorsun onu. Ya çok paran vardır, ya kafayı kırarsın hedefin, hayalin vardır çekmek gibi... Benim işim olarak görmedim açıkçası, benim işim öbür tarafta, tiyatroda. Akabinde yine ağalı, beyli bir dizi, yine yancı oğlan, yine esas kızı seviyorum, kız gidiyor esas oğlana bakıyor, ben yine boynumu büküp mezarlıkta ağlıyorum, ağaçlara sarılıp ağlıyorum. Ağalı, beyli bir dizi olduğu için Doğu işiydi, bu sefer sinema filminde, Mahsun Kırmızıgül'ün Güneşi Gördüm filminde oynadım. Onu görünce yerli , yabancı işlerde nerede Suriyeli dolandırıcı, Afganistanlı işbirlikçi varsa bu sefer öyle roller gelmeye başladı. Yani ben onu kendim idare etmedim. İlk nasıl başlarsan öyle gidiyor. Ben girdim bir işin içine şu anda onu toparlamaya çalışıyorum. Allahtan komedi işi geldi. Bu gidişatı ben yönlendirmedim. Bir şekilde şu anda normalimi bulmaya çalışıyorum.

 

Dediğiniz gibi insanı çok kategorize ediyor bu meslek ama şu an tam tersi var: Bir komedyen ve komedi üretimi bekleyecek herkes.


Alper Kul: Ben bilmiyorum. Saldım çayıra mevlam kayıra gibi bir kariyer planlamam var. O yüzden kimin ne beklentisi olduğunu bilmiyorum. Ben bana gelen işi, ya da kendi yazdığım yönettiğim işi dört dörtlük yapmakla mükellefim, onu yapıyorum. Bundan sonra ne gelir, ne yapar, ne eder... Çok abuk sabuk bir şey gelirse bu sefer kırarım kafayı hiç yapmam ben kendim yaparım, illa bilmem ne oynamak istiyorsam.

 

 

 

Röportaj: Serdar Akbıyık

 

twitter.com/serdarakbiyik

 

 

Serdar Akbıyık'ın diğer eleştiri, röportaj ve dosyaları için tıklayınız

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter