Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

What The Health

What The Health
(3.0/10)
Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

Netflix platformundaki yayınından sonra yakın zamanda sosyal medyada bolca paylaşılarak, mutlaka seyredilmesi gerekenler listesine dâhil edilen “What the Health” isimli belgesel benim de dikkatimi çekti. Şehrin ortasında yaşasam da, kişisel hayat tercihlerimde ‘doğal’ seçenekleri tercih etmeye çalışan bir birey olarak merakla filmi seyretmeye koyuldum. Sevgili vegan/vejetaryen arkadaşlarım kızacaksınız ama film tam bir fiyasko! IMDb’den aldığı puana aldanıp, kapitalist endüstri oyunlarını ifşa ediyormuş gibi bir algıyla başladığınızda ilk yarım saat, bir şans daha vere vere izliyorsunuz ama özellikle finali itibariyle belgesel olmaktan, belgesel film mantığından epeyce uzak bir yapımdan bahsediyoruz maalesef. 

 

Film, 2014 tarihli ve bir başka “eyy cahil ABD vatandaşları açın gözünüzü!” temalı Cowspiracy: The Sustainability Secret filmine imza atan Kip Andersen ve Keegan Kuhn ikilisine ait. Cowspiracy filmini izlememiştim, What the Health vesilesiyle ona da göz atmış bulundum. Her iki film de aynı biçimde başlayıp, farklı dallardan –ilk filmde çevresel felaket/küresel ısınma konsepti seçilmiş- hayvan endüstrisine olumsuz oklarını, hatta mızraklarını atıyor.  Her iki film de küresel bir meseleye bireysel yaklaşım ve çözüm bulunma yoluyla başlıyor. İlk filmde küresel ısınmanın ciddiyeti öğrendikten sonra evinde suyunu, elektriğini daha dikkatli kullanan, her yere bisikletle gidip karbon ayak izini azaltan anlatıcı karakter, sorunun devasalığı karşısında kendi tasarruflarının yetersiz olduğunu fark edip, “büyük resmin” peşine düşüyor. 

 

What the Health filminde de durum pek farklı değil; ailevi sağlık hikayelerinden yola çıkarak – her aile büyüğünde ya kanser ya da kalp yetmezliği mevcut- kendi sağlığına sigara içmeyerek, spor yaparak mümkün mertebe dikkat eden bir birey, marketten sağlıklı olduğuna inanarak satın aldığı yiyeceklerin –temelde et ürünlerinin- bedeni için zehirden ibaret olduğunu keşfedip tüm hayvan endüstrisine savaş açtığı bir yola giriyor. Üstelik tek suçlu kırmızı et değil, hindi ve tavuk endüstrisi dahası süt ve süt ürünleri ve yumurtacılar da payını düşeni alıyor! Belgesel çekiyoruz diyerek ilk 5 dakikada kişisel hikayelerden yola çıkarak seyirci ile özdeşleşme sağlama formülünü kullanan, sonrasında ‘ona sordum, bunun kapısını çaldım yetkililer bana cevap vermedi, kapılar suratıma kapandı’ diyerek, kapitali/parayı elinde tutanları ‘gerçekleri dillendirmekten kaçıyorlar’ yaftasıyla köşeye sıkıştıran ya da sıkıştırdığını sanan film, yapısal olarak da çuvallıyor. Zira 1 saat boyunca önce endüstriye yüklenip, sonra karşı argümanlara genişçe yer veren yapı, finalde kansere yakalanmanın/kalp krizi geçirmenin yegane sorumlusu hayvan endüstrisiymişçesine vegan propagandasına giriyor; arada ilaç endüstrisine de laf çakmayı ihmal etmiyor tabii. İnsan sağlığının tüm sorunları bitkisel beslenme biçimi ile çözülebilir argümanı bir tarafa, dünyanın en güçlü hayvanlarının –fil, gergedan vb- sadece bitkiyle beslendikleri için bu kadar güçlü oldukları iddiasına ben değil en çok Darwin gülerdi herhalde! Belgesel çekiyoruz diyen birilerinin evrimden habersiz olmasını akıl almıyor gerçekten.  

 

Madem adına belgesel dedikleri bir filmde bu kadar kişisel yaklaşabiliyorlar, ben de yazının bu noktasında oldukça kişisel yorumlara giriyorum: ben de 15-18 yaş aralığında artık “hayvan yemek istemiyorum, içim acıyor” diyerek vejetaryen beslenme tarzını denemiş bir insanım. Üstelik tamamen de bırakmamıştım; kırmızı et ve ürünlerini, tavuk ve işlenmiş tavuk ürünlerini yani salam, sucuk vb. et ürünlerini ağzıma koymuyordum ama bitkisel beslenmenin yanında yumurta, süt ve balık (o da babamın zoruyla) yemeğe devam ediyordum, yani az da olsa hayvansal protein alıyordum.  Bu vejetaryenliğin bir alt dalıymış meğerse çok uzun zaman sonra bir isim verildiğini öğrendim, bilerek bir dal seçmemiştim. Şimdi karşıdan bakınca benim ki belki bir ergenlik hevesiydi belki de; 15 yaşımda kapitalizmin dayandığı sınırları bu derece bilmiyordum sadece sokakta kedileri/köpekleri beslerken, eve gelip koyun kıyması yemek duygusal olarak içimi acıtıyordu. Peki, sonra ne oldu, neden 18 yaş? Nasıl tekrar etobur oldum? 

 

Çok basit çünkü annem ne kadar çok ve çeşitli pişirirse pişirsin bitkisel ürünlerden aldığım protein enzimleri vücudumu, hele ki o yaşlarda yeterince, proteine doyurmuyordu. İlk sene saçlarım ve tırnaklarım inanılmaz biçimde dökülmeye başladı, senelerce ateşlenmeyen ben, artık daha kolay hasta oluyordum, hep daha yorgun ve halsizdim ve hep bir uyku halindeydim. Gençlik işte, gidip herhangi bir test yaptırmadığım için elimde kan tahlilli, ‘bilimsel kanıt’ yok ama net olarak iyi değildim! Ve ailem allem etti kellem etti ben etobur-otobur beslenme tarzına geri döndürdü.  Yani uzun lafın kısası What the Health belgeselinin iddia ve tavsiye ettiği gibi tamamen bitkisel odaklı beslenme diyeti, beni iyileştirmek bir yana sağlığımı oldukça olumsuz etkilemişti.  

 

Beni bir yana bırakalım; bu filmin senaryosu insanların sağlığını ayakları yere basan gerçek nedenlerle umursasa ve doğal yaşamı savunma amacı taşısaydı sadece belli bir endüstriye değil, tüm kimya bilimine ve kimyayı kullanan endüstrilere de savaş açması gerekirdi! Tamam hayvan eti yemeyelim, endüstri ile savaşalım. Peki, kozmetik sanayini ne yapacağız? Her banyo yaptığınızda saçınıza sürdüğünüz şampuan adlı zehrin içeriğinden haberiniz var mı? Ya da yerleri silerken, çamaşırlarınızı, bulaşıklarınızı yıkarken ne kullanıyorsunuz? Yine What the Health de meme kanserine dikkat çekiliyor; roll onlar dahil deodorantların meme kanserindeki etkisinden neden bahsetmiyorsunuz madem olay kansere karşı savaş açmaksa? İşte tam da bu yüzden oldukça yanlı bir belgesel olarak karşımıza çıkıyor bu yapım. Konu sağlığımız ve tamam ne yediğimiz ana nokta belki, ama kansere sadece hayvanlar endüstrisi açısından bakmak da hiç nesnel değil. İşlenmiş eti yerden yere vururken –ki ben de taraftarı değilim ama – koruyucu madde (malum E 300’ler) katılarak raflara sürülen paketli tüm ürünlerin – kapitalist endüstri ise bu da endüstri!- en az işlenmiş hayvan eti kadar zararlı olduğunu neden dillendirmiyorsunuz? Kola içmeyi bıraktım demekle belgeselde tarafsız olunmuyor maalesef. 

 

2004’te kendi sağlığını direkt tehlikeye atarak 1 ay sadece fast food ile beslenen Morgan Spurlock’un, sağlıksız beslenmeye karşı tek başına açtığı savaşı izlediğimiz Super Size Me (Şişir Beni) pek çok açıdan bu yapımların yanında çok daha bilimseldi örneğin…

 

Belgesel yapmanın bir sorumluluğu olmalı ve bilimsel sürekliliği kanıtlanmamış araştırma verileri ile kafasında şüphe olan insanlar yanlış yönlendirilmemeli. Bu yapım zannımca en çok mürekkep yalamış gıda mühendislerini ve eğitiminin ağırlıklı olarak insan anatomisi üzerine yapan, arkasında herhangi bir sponsor olmayan beslenme uzmanlarını kızdıracak…  

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter