Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

Venedik Film Festivali'nde 1.Gün

Venedik Film Festivali'nde 1.Gün
Yazar: Bu yazıyı yazmaya başladığım sırada 69. Venedik Film Festivali daha resmen başlamamıştı ama film eleştirmenleri için gösterimler başlayalı bir gün olmuştu. Bu yıl festivalin başkanı degişti; Marco Mueller’in yerini Alberto Barbera aldı.

 

Barbera, festivalin zaten eski yöneticisiydi. Berlusconi’nin sevmediği biriydi ve bizzat başbakan tarafından görevinden alınmıştı. Berlusconi gidince Barbera eski görevine geri geldi. Barbera’nın yönetimindeki Venedik’in Mueller yönetimine farkı film sayısındaki azalmada görülüyor en çok. Barbera seçici olmaya özen gösterdiğini, zaten kimsenin seyretmeye vakit bulamayacağı filmlerle festivali doldurmayı anlamlı bulmadığını söylüyor. Cannes’da bu yıl 22 film yarışırken Venedik’te 18 film Altın Aslan’ı almaya calışacak. Dünya prömiyeri yapılan filmlerin sayısı ise geçen yılki Venedik Festivali’ne göre çok farklı: 65’e 50!

 

Bu yılın temel bir yeniliği de bir film marketin açılışı olacak. Bu yılki yarışmada Terrence Malick, Brian De Palma, Brillante Mendoza, Olivier Assayas, Kim Ki Duk, P.T. Anderson gibi festival gediklisi yönetmenler var. Yan bölüm olan Ufuklar’ın bu yıl özellikle iyi olduğunu da iddia ediyor Barbera. Yeşim Ustaoğlu’nun filmi de bu bölümde. 

 

Her festivalin ilk günleri zor geçer. Daha önce katılmadığım bir festival ise oryantasyon sağlamam ve insanlarla tanışmam zaman alır. Bu zor günler geçince festivali daha iyi değerlendirmem mümkün olacak ama şunu hemen söyleyebilirim: Venedik’te hayat çok pahalı! Bu yüzden korkarım bu benim ilk ve son Venedik Film Festivali’m olacak! 

 

Bu yılın açılış filmi olan The Reluctant Fundamentalist’e (Kararsiz Kokten Dinci) gelelim. Daha önce Venedik’te Altın Aslan kazanmış bir yönetmen olan Mira Nair’in filminin bir bölümü İstanbul’da geçiyor ve Haluk Bilginer de küçük ama önemli bir rolde oynuyor. Filmin İngilizcesindeki “fundamentalist”i kökten dinci olarak çevirdim ama kelime daha cok “köktenci” anlamında kullanılıyor. Pakistanlı genç Cengiz Han’ın (Riz Ahmed) Amerika’da iş hayatında hızla yükselmesi, 11 Eylül’den sonra karşılaştığı düşmanca davranışlar sonucunda ABD’den soğuması ve Pakistan’a dönüp köktenci görüşlerin savunucusu olmasını anlatıyor film. CIA ajanı da olan bir gazeteciyle genc Pakistanlının sohbeti ve bu sohbetten geriye dönüşlerle anlatılan hikaye ne yazık ki kaba hatlarıyla ilginç ama detaylarda zengin ve derin değil. Özellikle İstanbul bölümleri tam bir oryantalizm gösterisi. Nazmi Kemal adlı bir yayımcıyı canlandıran Haluk Bilginer fazlasıyla hayalı bir karakter gibi duruyor. Filmin sanat yönetmeni kimse, Bilginer’e çay ocaklarında kullanılan bardak ve altlık kullandırmış. Oysa Bilginer’in çizdiği karakter bir tür soylu/entelektüel. Kendi ofisinde böyle bir bardak kullanacak tip değil. Çay bardağı sadece bir ayrıntı değil, film sadece güzel görüntü verdiği için eski İstanbul’un çatı katlarını ve vapurlarını da kısacık bu bölüme tıkıştırmayı basarmış. Sonuçta İslami fundamentalizm konusunda toplumsal/tarihsel/politik bir gorüş de öne sürmüyor film. 11 Eylül olunca ABD’nin tepkisinin aşırıya kaçtıgını ve bunun sonucunda kurunun yanında yaşın da yandığını söylemekten öte bir şey söylediği yok. Genç Pakistanli Cengiz’in Amerikalı patronun yeğeni Erica’yla (Kate Hudson) yaşadığı ilişki ilginç olabilirdi. Hele Erica’nin eski sevgilisinin yaşını tutuyor olması ve Cengiz’in “beni, o farzet” diyerek Erica’yı sevişmeye ikna etmesi başlıbaşına ilginç bir konu olabilirdi. Cengiz’in Erica’yı kim farzederek seviştiğini de öğrenmek isterdim. Ama nerde!

 

Fakat bugünün heybesinde çok güzel bir sürpriz vardı: Yakın zaman önce “Bu Dans Senin” adlı güzel filmini izlediğimiz oyuncu/yönetmen Sarah Polley kendi babasıyla ilgili ‘sır’dan oylesine güzel bir ‘belgesel taklidi yapan kurmaca film’ cıkarmış ki, bütün beklentilerimi aştı diyebilirim. Film, film sanatı üzerine de bir tartışma aynı zamanda. Hatta bir hikaye anlatma ihtiyacının, sırlarını bir şekilde paylaşma dürtüsünün doğasını da tartışıyor. Polley bence çok çok güzel ve dokunaklı bir film yapmış. ‘Polley’nin gerçek babası kim?’ sorusundan başlayıp, ‘herhangi biri hakkında, hatta ve özellikle kendimiz hakkında ne biliyoruz ki’ye varan bir tartışma diyebiliriz filme. Çekingen Kökten Dinci’nin özel ilişkiler konusunda üzerinde durmadiği bütün sorular bu filmde kendisine yer bulmuş. Filmin adı mı? ‘Stories We Tell’ yani ‘Anlattığımız Hikayeler’. Anlatılan da anlattığımız da bizim de hikayemiz.   

 

Cüneyt Cebenoyan

 

twitter.com/cuneytcebenoyan

 

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter