Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

THE FALL - Düşüş

:: Videolar THE FALL - Düşüş
(9.0/10)
Yazar: Deniz Çobaner
Film hakkında söylenecek çok fazla şey var fakat, yazının başında da söylediğim gibi bunların hiçbiri yeterli olmayacaktır. Öyle bir film ile karşı karşıyayız ki, her türlü duyu organımızı aşarak hislerimize, çok derinlere işleyerek anlatıyor derdini.

Masallar bilinmez tarihlerden günümüze kadar uzun bir süredir mistik ve gizemli varlıklarıyla süregelen organizmalardır. Organizmalar diyorum, çünkü masallar yaşar; doğar, anlatıcısına göre değişir, gelişir, güzelleşir, kulaklarınızdan ve gözlerinizden zihninize ve oradan da bilinçaltınıza süzülürler. The Fall’da ise Tarsem Singh izleyicilerine kendi bilinçaltının kapılarını sonuna kadar açmış. Hatta bununla kalmamış, bir de bu vasıtayla izleyicilerinin yüzeysel bilinçlerine gönderdiği stimülanlar ile bilinç altlarına sızmayı da kıvrak zekası ile başarmış. 

 

Bu filmi anlatmak hiç bir zaman film kadar iyi olamayacaktır. Bu nedenle yazıyı okusanız da filmi görmeden geçmeyin sayın okuyucu. Bütün imgeleri, renkleri, duyguları kendi benliğinizle deneyimleyin. Alexandria ve Roy ile içinizi çeke çeke ağlayın, başkalarının yerine düşen adam ve düşen bir çocukla beraber attan, ağaçtan, hayattan, hayallerinizden düşün ve yine onlarla beraber düştüğünüz yerden kalkıp devam edin. 


 

Film 1920'lerin Los Angeles'ında bir kilise hastanesinde geçiyor. Hikayemizin kahramanları olan Alexandria ve Roy'un yolları da böyle bir atmosferde kesişiyor. Alexandria ailesiyle çalıştığı bahçede portakal toplarken düşer, kolunu kırar ve hastanede tedavi görmeye başlar. Diğer çocuklardan farklı olarak Alexandria bir saniye yerinde duramayan, meraklı, hayal gücü çok kuvvetli ve bütün bu özellikleri ile hastane çalışanları ve hastaları tarafından çok sevilen 4-5 yaşlarında bir kız çocuğudur.  Roy ise film setinde dublörlük yaparken sakatlanan, sevgilisini de başrol oyuncusuna kaptıran depresif bir adamdır. Bir gün Alexandria'nın notunun rüzgar yüzünden hemşire Evelyn'e gitmesi gerekirken Roy'un penceresinden kucağına düşmesiyle ikilinin yolları kesişir. Roy, Alexandria'nın dikkatini çekmek için bir hikaye uydurur. Ama asıl hikayenin çok daha güzel olduğunu, bunun için yarın yanına gelmesini tembihler.  Ertesi gün hayal gücünün sınırlarını zorlayan masalı anlatmaya başlar ve bizleri de Roy ve Alexandria'nın bilinçaltlarına doğru yolculuğa çıkarır. Çünkü bu masalın senaryosu Roy'un ise, görüntü ve ses kurgusu kesinlikle Alexandria'nındır. 

 

Filmin görselliği hakkında bir çok şey söylemek mümkün. Görselliği ile bu kadar ses getiren ve etkileyen bir filmin hiçbir özel efekt kullanılmadan üretilmiş olması çok daha büyük takdirle karşılanmış haklı olarak. Dünyanın hem mimari hem de doğal harikaları tam da masallara yakışır şekilde mekanlara evrilmiş Tarsem'in elinde. Bir saniyelik bir sahne için bile kalkıp ülke değiştiren Tarsem, filmin çekimlerini  4 yıl içinde 26 farklı ülkede tamamlamış.  Filmin geçtiği mekanlardan biri de Ayasofya. Burada bir düğün sahnesi var ki,  semazenlerin dönüşünün üst çekim planı ile yansıtılması anında büyülenmemek mümkün değil. 


 

Roy ve Alexandria'nın şekillendirdiği, onların bir parçası olan masala baktığımızda ise çoğunlukla Roy'un problemlerinin yönlendirdiği fakat ikisinin bilinçaltlarının ortak ürünü olan sürrealist bir dünyaya adım atıyoruz. Başlarda bu masal gayet güzel gitse de zamanla Roy'un Alexandria'yı kullanmaya çalışması ve kötüye giden ruh hali ile etkileyici bir kabusa dönüşüyor. Bilinçaltı imgeleri Alexandria'nın eksik baba figürü, Roy'un kadınlara olan inancının enkazı, intihara meyilli ruh hali ile sürekli kaybedeni oynama çabası, güzel ve eşsiz her şeyin çöküşü olarak masala ve ekrana yansıyor. Masaldaki 5 kahraman değişik sebeplerle Vali Odious'u öldürme yemini ediyor, adalara hapsoluyor, çöllerden geçiyor, tapınaklardan kaçıyor ve izleyiciye "Hadi sen de hayal et, ama ben beklentiyi yükselttim bile!" diyerek meydan okuyor.

 

The Fall’ın sembolik bir film olduğunu söylersek yanılmış olmayız kanımca. Filmin her yerine dikkatle ve özenle yerleştirilmiş simgeler, görünenden de daha derinlikli bir yapının varlığına işaret ediyor ve izleyicinin altyapısı oranında gizemini açığa vuruyor. Bunlardan en belirgini America Exotica peşinde koşan Darwin ve maymunu Wallace.  Wallace, film boyunca Darwin’in torbasında gizli, arka plandadır. Darwin’in yetemediği noktalarda can alıcı sufleler vererek onun eksikliklerini örtüyor. Bu noktada akıllara direkt evrim teorisini öğrencisi Wallace’ın bir ödeviyle kurguladığı söylenilen Darwin geliyor. Sürekli saklanan, fikirleri ismi olmadan bir nevi intihal ile el konulan karakter  için maymun sureti seçilmesi ise oldukça manidar. Filmin yine her yerine sinmiş bir kelebek imgesi var ki, bu da Roy’un yeniden doğuşunu, umudun varlığını, düşüşün ardından gelen ayağa kalkıp devam etme durumunu sembolleştiriyor. Bunun için dünyanın en güzel kelebeği diye atfedilen Americana Exotica türünün kullanılması ise tebessüm ettirici. Ayrıca düşüş olgusunun en eski mitlerden günümüze bir çok sembolik anlam içerdiği ise fazlasıyla aşikar. Adem ile Havva’nın cennetten düşüşü ile başlayan bu sembolik anlamlar temel olarak iyiden, doğrudan yanlışa, günaha düşüş olarak görülebilir. Filmde sadece yardım etmek amacıyla olsa bile Alexandria’nın ilaç çalarken düşmesi de iyiden yanlışa düşmenin bir çeşidi olarak yorumlanabilir. Yani sonuç olarak filmimiz başlı başına bir “Düşüş Güzellemesi”. 


 

Film hakkında söylenecek çok fazla şey var fakat, yazının başında da söylediğim gibi bunların hiçbiri yeterli olmayacaktır. Öyle bir film ile karşı karşıyayız ki, her türlü duyu organımızı aşarak hislerimize, çok derinlere işleyerek anlatıyor derdini. Karakterler ağladığında canınız yanıyor, onların acısını kendi acılarınızla harmanlayıp ağlamak düşüyor size de. Ya da korkularınızın yok olması için Alexandria gibi “Gugli, Gugli, Gugli, Be Gone!” demek istiyorsunuz. Şehrazat’ın ölmemek için anlattığı Binbir Gece Masalları’nın aksine Roy’un ölmek için anlattığı gündüz masalları, Alexandria’nın elinin değmesiyle Roy’u hayata döndürüyor, izleyicinin kararıp buz tutan hayal dünyasına yeni renklerle hayat katıyor. En önemlisi de nereden geldiği nasıl yaptığı belli olmadan umut aşılıyor. İçinde ufacık da olsa delilik tohumu olan izleyiciyi çok farklı dünyalarda gezdirip, bıraktığında önceki haliyle hiç bir zaman aynı olmayacak bir ruh haline sokuyor. “Korkutucu güzellik” tasvir edilebilecek bir şey ise eğer, The Fall işte o tasvirdir.

 

Filmi izledikten sonra hamurunda benzer maya olan filmler ya da kitaplar ararsanız da, Big Fish ve Science of Sleep’i izlemenizi, Italo Calvino’nun da Görünmez Kentler’ini okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

 

Twitter.com/tuzluk_arch

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

ELEŞTİRİLER

Kısa Film ve Kapitalizm İlişkisi

Kısa Film ve Kapitalizm İlişkisi

Fırat Sayıcı

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter