Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

Tepenin Ardı’nda bir festival!

Tepenin Ardı’nda bir festival!
Üye: Banu Bozdemir İstanbul Film Festivali’nin gediklisi sayılırım artık. Günde beş film izlediğim günlerden yavaş yavaş üç filmli günlere gelmeme bakılırsa bayağı yorulmuşum. 31 yıldır yapılan festivalde kimler geldi kimler geçti… Abbas Kiorastami’den Carlos Saura’ya kadar… Bütün klasikleri orada izledim, yönetmenlerime yönetmen, filmlerime filmler kattım. Hayatıma anlam, zamanıma değer kattım…

 

Festival dünya değişirken, dünya dijitale dönüşürken ve her şey inanılmaz bir paylaşım zincirine dönüşürken elbette ki bunlardan etkileniyor. Uzun zamandır ulusal filmlerin temposu minimal ve Kürt sorunu üzerine şekillenmeye devam ediyor ve sektörde çok fazla dirsek teması olduğunu düşünüyorum. Bunu yanlış bulmuyorum aslında, çünkü bir avuç insanız ve her festivalde neredeyse bir aradayız. ‘Festival filmi’ mantığında çekilen her film ülke çapında düzenlenen her birçok festivale katıldığı için samimiyet de kaçınılmaz oluyor. Bunu Tepenin Ardı filminin jeneriğinde Yüksel Aksu’ya yapılan özel teşekkür sonucu tekrar aklıma geldiği için yazıyorum, sonuçta Yüksel Aksu jürideydi. Tepenin Ardı sonuna kadar ödül alayı hak ediyor ama bu dirsek temasları zaman zaman yanlış anlaşılmalara sebebiyet verebilir! Ama Tepenin Ardı gerçekten insan psikolojisinin gerilimi,  suçu yaratmanın kolaylığı ve kolaycılığı üzerine farklı ve başarılı bir çalışma! Bir ilk film olması sebebiyle de dikkat çekici, Emin Alper umarım ikinci filminde de bu farklılığı yakalayabilir! 

 

Ulusal yarışmada yine bir karma vardı ve belgesel tadı içeren filmlerde yarışmadaydı. Örneğin Veli Kahraman’ın yönettiği Anadilim Nerede naif ve doğru anlatımıyla birçok filmden daha sahici ve samimiydi. Ama 61 dakika olması ve belgesel formatlarında olması zaten onu baştan geriye itti bana göre ama yarışması bile güzeldi. Yine Müjde Mizgin Arslan imzalı Ben Uçtum, Sen Kaldın da kurmacaya göz kırpmasına rağmen belgesel olduğunu fazlaca hissettirdi ama başarılıydı! Tabii bir de yönetmen ve ortam aurası denen bir şey var ki, sizin yaptığınız işin ya değer görmesini sağlıyor ya da hiç görülmemesini! Örneğin Reis Çelik imzalı Lal Gece’nin görmezden gelinmesi. Ülke sorunlarına eğilen, parmak basılan ve iyi de çekilen bir film neden görülmez?  Demiyor muyuz bu ülkenin sorunları birey dertlerine mi kaldı diye? Alın size toplumsal ve iyi ifade edilmiş bir film! Bu filmi son zamanlarda festivallerde isim yapmış ve bu çevrelerce kabul edilmiş isimlerden birisi çekse sonuç daha mı farklı olurdu acaba diye düşünmeden edemiyorum! Bu festivalde de gördük ki, festival filmleri belli bir çevrenin tekeline kapılmak üzere! Ben bazılarının aksine Yeraltı’nı gayet başarılı buldum, anlatacak bir derdi olduğunu düşünüyorum ve eğer bir hesaplaşma varsa dahi tarafları da var demek ki! Babamın Sesi, İki Dil Bir Bavulun gerisinde kalmış, bir sorunu anlatırken aslında belgesele yaslanmış ve akıcılığını yitirmiş bir anlatıma sahipti, en iyi senaryo almasına biraz şaşırdım diyebilirim! 

 

İlk filmlerden Ferahfeza Elif Refiğ imzası taşıyordu ve festivalin başarısız film kategorisindeydi ne yazık ki! Sıradan bir aşk öyküsü mekanlar ve farklı ilgi alanlarıyla bir Köprü üstü Aşıkları’ tadı yakalamaya çalışmış ama ne yazık ki, çok fazla ailevi sorunlara saplanıp kalmış! Ümit Ünal’ın Nar’ı başka festivallerde gösterildiği için heyecan yaratmadı.  Zaten bütün ilgi bu durumlarda yeni filmlere kayıyor ve sanki önceden gösterilmiş filmlerin üzeri bir şekilde çiziliyor…

 

Cüneyt Cebenoyan’ın dediği gibi aslında festival uluslar arası yarışmayı ön planda tutmaya çalışsa da ulusal yarışmanın daha değerli olduğu su götürmez! Herkes ulusal yarışmayı merak ediyor aslında. Çünkü diğer filmlerin yolculuğu daha önceden ve başka önemli festivallerde başlamış oluyor. O yüzden asıl olayı ulusal yarışma festivalin… On kişi Tepenin Ardı’nı konuşuyorsa, bir kişi Yalnız Gezegen’i konuşuyor. Ama yine de pazar günü yapılan Tepenin Ardı gösteriminde izleyici azdı. Ama çoğu kişi izlemişti zaten sanırım. Bu arada Beyoğlu sinemasından Fitaş’ın bir salonuna kaydırıldı Tepenin Ardı. Çünkü dijital çekilmişti ve Beyoğlu Sineması’nda o sistem yoktu. Dünyada hızla yayılan bu durum yavaştan bize de gelmeye başladı. Artık filmler 35mm değil de şifrelerle destekli dijital platformlardan perdeye yansıyacak. Bu da önemli bir gelişim aslında! Filmin yapımcısı Seyfi Teoman salon dijitale hazırlanırken bol bol izleyicilerle sohbet etti, beklememize yardımcı oldu! 

 

Festivalde özlediğim şeylerden birisi de önemli yönetmen ve oyuncuların açılışa ya da kapanışa gelmesiydi ama son yıllarda ne yazık ki bizi peşinden koşturacak bir yönetmen ya da oyuncu yok. İranlı yönetmen Amir Naderi buradaydı, Cut filmiyle festivalde yarışıyordu. Aslında Japonya’da geçen ilginç bir film çekmişti. Sinemanın eski güzel günlerine özlem duyduğunu her şekilde belli eden yönetmen popüler ve sadece eğlence amaçlı sinema anlayışına karşı! Yumruklara karşı en iyi yüz film yansıdı perdeye aralarında Yılmaz Güney’in Yol’u da vardı! İçinde sinema aşkı olan film keşke daha fazla akıcı olabilseydi! Bir an Hugo tadında, eskiye özlem filmi izleyeceğimizi hissetmiştim! 

 

İstanbul Film Festivali’nde Groupama’nın restore ettiği eski filmleri, kıştan çıkmış bir İstanbul’a bahar gözüyle bakmamızı sağlayan tekne gezisini, Ntv’nin organize ettiği belgesel yönetmenleriyle buluşmamızı sağlayan Ntv gecesini, yeni projelere destek çıkan Köprüde Buluşmaları, bize her saat kucak açan Aksanat’ı ve festivalin sahibi İKSV’yi seviyorum… 

 

Bu sene yine Emeksiz bir festival geçirdik, festivalin son günü yürüdük. Keşke biletlerimizi son gün değil ilk gün yırtsaydık! Emeksiz olmuyor evet ama film izlemeden de olmuyor! 31.yılını geride bırakan festivale 15 gün boyunca tanık olmak yine güzeldi! Seneye bakalım neler olacak? 

 

Banu Bozdemir 

 

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter