Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

Split

Split
(6.8/10)
Yazar: Furkan Erkan

M. Night Shyamalan, kuşkusuz The Sixth Sense ile beraber kariyerinin en iyi yapımına imza atarken bir taraftan da sinema tarihine psikolojik gerilim türünün başarılı örneklerinden birini bıraktı. Özellikle film, finaldeki twist’i ve ‘I see dead people’ repliğiyle akıllarımızda kalmıştı. Ardından gelen Unbreakable, Signs, The Village gibi yapımlarla gizemli dramalar konusundaki yetkinliğini sürdürdü. Sonraki ve daha ziyade gişeye seslenen (fiyaskosu unutulmayan The Last Airbender gibi) yapımlarıyla ani bir düşüş yaşayan Shymalan, The Visit ile beraber eski tarzına geri döndü. Son filmi Split ile de bunu koruduğunu görebiliyoruz.

 

Split, kişilik bozukluğu hastalığından muzdarip Kevin’ın kendi içinde yaşanan iktidar savaşını ve kaçırdığı üç genç kızın kilitli bir odada hayatta kalma mücadelesini konu alıyor. Bir cümlelik konudan standart bir gerilim filmi gibi görünüyor ama bu film aslında insan derinliğine dair de dramatik ve karanlık bir yapı kuruyor. 

 

Filmin gerilimini ayakta tutan ve seyircideki merak duygusunun kaybolmamasını sağlayan faktörleri incelediğimiz zaman şu üç unsurun karşımıza çıktığını görebiliriz. Birincisi Kevin’ın hangi kimlik olarak karşımıza çıktığı ya da çıkacak olması. Öyle ki güçlü kollara sahip ama bir taraftan da temizlik konusundaki obsesif-kompülsifliğiyle yumuşak karnı açığa çıkan Dennis ile 9 yaşındaki bir çocuğun mizacını taşıyan (bu konuda kimse Adam Sandler’ın üstüne su dökemez tabii ki) Hedwig arasında bir gelgit durumu yaşanıyor. İkinci unsursa kaçırılan kızlardan Casey’nin Kevin’ın bütün kişiliklerinin düşüncelerine nufuz edip onun aklını çelip çelemeyeceği sorunsalı. Özellikle Casey’nin bu girişimlerini uygulamaya koyduğu sahneler seyirciyi, Star Wars serisinden çıkıp Amerikan jargonuna da yerleşen ‘Jedi- mind trick’ler ve zihni yoracak birtakım bulmacalar eşliğinde seyri sabır isteyen bir deneyime tabi tutuyor. Ve Casey de diğer korku filmlerindeki klişe karakterler yerine fazla tez canlı davranmayıp potansiyel katilinin dünyasını çözüp onunla empati kurmaya çalışıyor. Arada bir stockholm sendromuna da kaydığı oluyor hatta. Son unsursa filmin en oyuncaklı kısmı Kevin’ın içindeki gizli bir 24.kişiliğin ne zaman ve nasıl bir şekilde ortaya çıkacağı. Tam da bu noktada filmin türler arasındaki etkileşimine doğağüstü unsurlar da katılınca izlediğimiz kapalı mekan gerilimi birden gore tarzı bir teen-slasher filmine dönüşüyor. 

 

Kapalı mekan gerilimi demişken film bana çoğunlukla yakın zamanda izlediğimiz Cloverfield Lane 10’i hatırlattı. Çünkü bu üç genç kızın kaçırıldıkları mekandan firar etme çabaları, onları kaçıran adamın yer yer caniliğinden sıyrılıp aynı sofrada yemek yemeye davet etmesi ve akabininde gelişenler fazlasıyla benzer bir dramatik yapıyı çağrıştırıyor. Fakat bana kalırsa Cloverfield Lane 10’deki kurulan atmosfer yaratımı, John Goodman’ın soğukkanlı tekinsiz performansı ve yavaş yavaş tırmanan gerilim daha etkileyiciydi.

 

Split’in doğaüstü unsurlarıyla da farklı bir türe evrildiğinden söz etmiştik önceki paragraflarda. Buna ek olarak filmi özel kılan ögeler arasında Kevin ve psikatyrının olduğu sahnelerde de senaryoda bazı psikanalize çözümlemeler görmek mümkün. Öyle ki bu çözümleler Kevin’ın karanlık geçmişine ve bilinçaltında barındırdığı kişiliklerin derinliklerine de ışık  tutuyor. Tıpkı o efsanevi TV dizisi The Sopranos gibi. Dizinin ana karakteri Tony Soprano’nun hayatla olan kavgasını içeren müthiş senaryonun bel kemiğini de terapistiyle yaptığı seanslar belirliyordu aslında. 

 

Gelgelelim filmin bazı aksayan yanları da yok değil. James McAvoy’un performansı konusunda birçok kişiyle hemfikirim. Kesinlikle çok iyi ama gerek kullandığı vücut dili gerekse de konuşma stili olarak Jude Law’ı hatırlatıyor. ‘Sanki McAvoy yerine Law oynasa belki de filmi tek başına sürüklermiş’ hissiyatından kurtulamadım filmi izlerken. Öte yandan Kevin’ın içinde 23 farklı kişilik var ama filmde sadece bunlardan 4-5 tanesini anca görüyoruz ve finale gelinen noktada bahsi geçen 24.kişiliğin yüzeye çıktığı bölümün açıkçası pek tatmin ettiği söylenemez. Kevin’ın yaşadığı dönüşüm film içerisinde bambaşka bir boyut kazanıyor ama ardından gelen kaçma-kovalamaca esnasında Shymalan bizi Kevin ve Casey arasında geçecek dehşet dolu bir katharsis zevkinden mahrum bırakıp sadece tansiyonun yükseldiği kısa anlardan ibaret ve çabuk geçiştirilen bir sonuca götürmeyi tercih etmiş.

 

Son 15 dakikalık finalde gelişen hadiselerle ve bunun yarattığı birtakım mantık hatalarını ya da uyuşmayan detayları sorgulama isteğini bir kenara bırakırsak, M Night Shyamalan’ın soluksuz izlenen ve hemen her anında seyirciyi diken üstünde oturtan bir gerilime imza attığını söyleyebiliriz. Haliyle filmdeki after credit sürprizinin etkisiyle yeni bir devam filminin geleceği de konuşuluyor. Açıkçası bu bir yandan da son zamanlarda vasat aksiyonlarda karşımıza çıkan Bruce Willis’i  büyük perdede eski günlerindeki ‘gizemli adam’ personasıyla da görme şansı yaratacağı için işimize gelmiyor değil doğrusu.  

 

twitter.com/SinefilinBiri

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

RÖPORTAJLAR

Seda Aktaş: “Kitlesel fonlama, film üreti...

Seda Aktaş: “Kitlesel fonlama, film üreti...

Fırat Sayıcı

Filiz Kuka: “Filmde ölüm bir amaç değil ...

Filiz Kuka: “Filmde ölüm bir amaç  değil ...

Fırat Sayıcı

Aziz Alaca: “Kısacıların birçok uzuncudan...

Aziz Alaca: “Kısacıların birçok uzuncudan...

Fırat Sayıcı

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter