Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

Siirt'ten üç kısa...

Siirt'ten üç kısa...
Yazar: Mustafa İri

Film festivallerinin ülkemizdeki çıldırtıcı değişkenliği ve bir sürü rayına oturmayan eksik organizasyona rağmen ‘kısa filmler’ konusunda iyi bir seyir izliyoruz. Gözlemlediğim kadarıyla ulusal sinemanın kısa metraj ayağında keyifli hareketler yaşanıyor. Gürültülü bir salınım hüküm sürüyor. Geçtiğimiz yıl Marmaris’te gerçekleşen festivalde bunu çarpıcı şekilde fark etmiş ve heyecan duymuştum. Yetenekli genç arkadaşların kabına sığamadıklarını ve salonu dolduran coşkulu izleyicinin takdir ve memnuniyetle ayrıldığını gün gibi hatırlıyorum. Her yıl olduğu gibi bu yıl da sayıları artan bir katılımla festivallere kendi kısalarını gönderip üretimi körükleyen yüzlerce arkadaş bana göre harika bir iş yapmaktalar ve geleceğin sağlam yapısına zemin oluşturmaktalar. Mayıs ayında ilki gerçekleşen 1.Uluslararası Siirt Kısa Film Festivali en son ziyaret ettiklerimden. 416 kısa film arasından finale kalan 32 film de olgunluk taşıyor ve umut vadediyordu. 

 

Osman Çakır’ın yönettiği ‘Korkuluk/The Scarecrow’ üçüncü oldu. Tatil Kitabı’nın yarattığı taşra ve çocuk hissiyatına benzer dokuda ilerleyen öykü ve sinematografi bana Seyfi Teoman’ın aydınlık ruhunu ve yeteneğini anımsattı. Annesinden yeterli sevgi göremeyen, babasının ise neredeyse düşman ilan ettiği ilkokul evresindeki bir çocuğun korkularını merkez alan filmin etkileyici görselliği ve dozunda müzik kullanımı takdiri hak eden cinsten. Köy yaşamı, Osman Çakır’ın filminde uçsuz bucaksız bir işkence odası gibi resmedilmiş. Düz bir çayırlık alandaki korkuluk, küçük çocuk için kâbusun yakın komşusu. Zihninde onu babasının gölge ikizine indirgediği psiko-travmatik yansıma fikri bir buluş olarak başarılı. Kendi çıkışsızlığının fiziksel  hesaplaşma boyutunda ise baba-oğul çatışmasının en gerilimli noktasına ulaşıyoruz. Senaryoda risk almak yerine düz bir yolculukla anlatmayı denemek yerine biraz daha gizem filmi daha sarsıcı hale getirebilirdi elbet ama bu da bir tercih tabi. Her türlü yoruma uygun öyküsü ve durduğu yere sahip çıkan kararlı tavrıyla ‘Korkuluk’, hakkında uzunca konuşulacak bir yapım. Kendi yönetmen kimliğinin etkili bir ispatı olarak da nitelikli bir ilk adım. Kırsalın yeni dilini oluşturan bu türden yönetmenlerin yerli sinema için çok gerekli olduğu düşünülürse, Çakır’ın sonraki uzun metraj denemelerini merakla beklemekte hiç sakınca yok.

 

İkincilikte adını gördüğümüz Cem Özay, ‘Yolcu/Passenger’ ile kazandı ödülü. Kendisinin törene katılamadığını ve ilk uzun metrajı için sette olduğunu duyduğumuzda keyiflendik. Rotası sağlam ve hayli yaratıcı olduğu söylenince bu fısıltının aslını astarını öğrenmek için filmini izlemeye koyulduk. ‘Yolcu’, nasıl bir suç işlediğini bilmediğimiz bir annenin küçük oğlu Batuhan’ı mecburen babasının güvenli kollarına istemeyerek de olsa emanet etmesi ve sonrasında olanlarla ilgileniyor. Batuhan, okul öncesi dönemim savunmasız bir ifadesi olarak çocuk korunmasızlığının hüzünlü bir temsili gibi. Kamyonuyla oradan oraya giden ve yerleşik hayatı olmayan baba, Batuhan’a bir yuva veremediği gibi yeterli sevgi de sunamıyor. ‘Korkuluk’taki babaya karşın burada sevgi dolu, merhametli ve eğlenceli biri duruyor. Peki bu yeterli mi? Bir çocuk için gerçek mutluluk ve sevgi ne demektir? Nerede başlar ve nerede biter?. Cem Özay, bu evrensel soruları sorarken tümüyle kederli bir dünyanın da kapılarını aralıyor. Gri ve pastel tonlarda tüm mekanlar ve gökyüzü umutsuz ve renksiz. Daha ilk dakikadan beri usta kamera kullanımıyla değişik açılar yakalamayı sevdiğini anlıyoruz yönetmenin. Camlara ve aynalara yansıyan gölgeli görüntüler, değişkenlik gösteren geometrik çekimler ve kadrajlar belli ki Özay için en az senaryonun kendisi kadar mühim. İskandinav sinemasına ve son dönem Avrupalı festival yönetmenlerinin anlatımına benzer kurguda başarılı sinyaller aldık kendisinden. Görselliği, anlattığı hikâyeden daha iyi bulduğumu söylemek isterim. Bir adım daha ileri giderek, konu ne olursa olsun onu bir basamak olarak görüp kendi kamerası ile enfes danslar peşinde ustalık sergilediğini düşünüyorum. Çalışkanlığı kadar iyi bir öğrenci gibi dünyadaki örnekleri yakından takip ettiği aşikar olan bu genç yönetmenin kısa bir zaman sonra nitelikli festivallerde adını duyuracak filmlerle karşımıza çıkacağına eminim. ‘Yolcu’ya dair tek sıkıntım ise, finali. Keşke etkili konusunu akıllara kazıyacak bir resimle aklımızın duvarına asmayı başarabilseydi. Hafıza neyi saklaması gerektiğini iyi bilir. Bu yönüyle eksik kalınmışlıkla ve yönetmenin senaryo dili hakkındaki fikirlerimizle ayrıldık salondan. 

 

Para ödülü ile de mükâfatlandırılan ilk üçün galibi Batuhan Köksal, ‘Fabrika/The Factory’ adlı animasyon ile müthiş bir gövde gösterisi yaptı. Gurur verici bir çalışmaya imza atan yönetmen, çağdaş teknolojinin sahip olduğu tüm imkânları kullanmaktan çekinmemiş. Bu tür filmlerin teknik açıdan ne denli zorlayıcı olduğunu biliyoruz. Kısa filmin gerektirdiği vurucu etkiyi ve özgün bir stil yakalayarak en iyisi olmayı başarmayı festival adına gerekli gören jüri üyelerini fazlasıyla tatmin eden uluslararası nitelikte bir çalışma olmuş ‘Fabrika’. Modern dünyanın tüm birimlerini distopik imgelerle sanal bir üretim merkezinde yeniden yaratan bu evrenin mucidi olarak Köksal, çizgideki yeteneği kadar anlam ve anlatımda da hayli başarılı. Kısacık süresine rağmen güçlü bir etki bırakabilen çıtası yüksek bir yapım çıkmış ortaya. Bu yönüyle her yönetmenin tercih edebileceği seçimlerden uzak, müstakil bir yere sahip. Parlak zekâsı ve eğlenceli yanlarıyla heyecan ve hareket kokan bu müthiş kısayı bir haberci gibi görüp devamında geleceklere şimdiden kol kanat geren komiteye ve meraklı izleyiciye Siirt adına da teşekkür etmek gerekir. 

 

Tüm coğrafyada, ülkenin her yanında hatta sınırda; ‘Yaşasın Kısalar!’ diyoruz. 

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter