Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

Şiddete meyyal babalar!

Şiddete meyyal babalar!
Yazar: Mustafa İri

Eski eşleri korumak için değişen uzaklık ölçüleriyle yaklaşma yasağı getiren kanunlar bana hep ilginç gelmiştir. Bazen 15 metre, bazen 200, bazen de 450. Bu tehlikeli sınırın hangi metreden itibaren s.o.s verdiğini saptamak için epey bilge olmak gerek. Davalı eşini gördüğü andan itibaren şiddet eğilimli adamın beynindeki nöronlarda ne türden bir faaliyetin başladığını, hangi saniyede cinneti çağırdığını ve kaçıncı dakikada saldırganlaştığını anlamak uzmanların işi elbette ama iyi ki sinema var. İzlediğimiz şeyler etrafımızda dolanan öfke toplarına karşı dikkatli olmayı ve onlara asla güvenmemeyi öğretiyor. 


Miriam’ın boşandığı kocası Antoine Besson böyle biri. Yani uzak durmamız gerekenlerden. Yönetmen Wavier Legrand, son dönem İran filmlerine özgü bir açılışla uzun ve şık bir dava buluşmasına imza atıyor. Daha ilk dakikadan itibaren taraflar ve onları savunan avukatları arasındaki köşe kapmacayı taraf tutarak bizi ters köşeye yatırıyor. Bu 20 dakikalık muhteşem sahne, oyuncuların da sessiz ama etkili performanslarıyla göz dolduruyor.

 

Hemen ardından anne ve babasının bir türlü paylaşamadığı, eşya gibi oradan oraya savrulan Julien ile tanışıyoruz. Julien, ilk dakikalarda izleyicide bilerek oluşturulan ön yargı ile ‘babasına haksızlık eden küçük bir çocuk’ olarak sinir bozuyor. Süreç ilerledikçe durumun hiç de göründüğü gibi olmadığını fark ediyoruz.  Suratsız ve mutsuz Miriam’ın aslında korunmaya muhtaç talihsiz bir kadından başka bir şey olmadığını anladığımızda biraz utanıyor, şaşırıyoruz. 

 

Yönetmen Legrand usta bir rallici gibi aracını dik yokuşa sürerken hâkimiyeti elden bırakmıyor. İlişkiyi Julien üzerinden ve tek plan hissi yaratan yakın bir takiple izliyor.  Gözümüzü bir an bile Julien’den ayırmadığımız anlarda, küçük çocuğun içinden çıkamadığı cehenneme dâhil oluyoruz. Altın sarı saçları ve boyundan büyük sorunların altında ezilişiyle Julien (Thomas Gioria), tıpkı kederli Ömercik gibi üstün bir çocuk oyuncu örneği. Öz babasının psikolojik şiddetini annesinin kollarına sığınarak geçiştirmeye çalışması ve gittikçe artan tansiyon karşısındaki çaresizliği, bir hikâye olarak kalıcı ve ibretlik izler bırakıyor. Miriam’da Lea Drucker iddiasız ve karakteristik bir oyunculuk sergiliyor. Dayanılmaz gerilimli final sahnesi başta olmak üzere uzun sekanslı tüm doğum günü partisi boyunca yönetmenin özgün sinema diline hizmet ederek oynuyor. Ruh hastası babada ise Denis Menochet akıl almaz bir iş çıkarmış. Beyaz perdeye sığmayan ölümcül öfkesiyle gerçek bir karabasan etkisi yapıyor. Sürprizli yorumu ve değişken yapısıyla Legrand’ın Velâyet’i önemli bir film. Etrafımızda ve yakın çevremizde sıkça duyduğumuz ve suçun gerçekte kimde olduğunu tartıştığımız insanlarla ilgili. Bir ömür geçirmek için hayat sözü verdiğiniz insanlara iyi bakın, göründükleri gibi olmayabilirler diyerek sert şekilde de uyarıyor. 

 

Thelma ise, Julien’den daha zor durumda. İskandinav filmlerine özgü güneşsiz doğanın her yere depresyon aşıladığı bir yerde geçiyor ‘Thelma’. Joachim Trier, Eskil Vogt ile birlikte yazdığı özgün senaryoda psikokinetik güçlerini kontrol etmekte zorlanan ve olanlara bir türlü akıl erdiremeyen üniversiteli bir kıza çeviriyor kamerasını. Epilepsi krizleriyle periyodik olarak sarsılan Thelma, tekerlekli sandalyedeki annesi ve dindar babasının tuhaf Hıristiyan kurallarıyla izole bir hayat sürmektedir. Genç bir kız olarak üniversiteye adım atmasıyla hem yeni bir sürece adım atacak, hem de bilinçaltındaki karanlık sırlara meydan okumayı öğrenecektir. 

 

Thelma genç bir cadı mı, yoksa özel yetenek sahibi lezbiyen bir şifacı mı? 

 

Trier, festival filmlerinden adını hatırladığımız genç bir Danimarkalı yönetmen olarak yine beklentiyi karşılayan bir filmle çıkıyor karşımıza. Benzerlerine çokça tanık olduğumuz bu tip filmlerin piri olan Carrie’nin psikolojik İskandinav yorumu denebilir ‘Thelma’ için. Eili Harboe, karakterini ölçülü ve merak uyandıran bir iç aksiyonla canlandırıyor. Kapalı ve karanlık dünyasındaki ani şokları ve panik atakları inandırıcı oynuyor. Neredeyse filmin tamamına hâkim olan Thelma’nın ürkünç yalnızlığı her karede hissediliyor.

 

Brian de Palma’nın filminde Carrie’ye hayatı cehennem eden annenin açık ve sert despotizmine benzer bir Katolik baskıyı yılan gibi soğuk ve sessizce uygulayan Thelma’nı babası, Velâyet’teki Antoine’dan daha tehlikeli bir adam. 

 

Kızıyla kurduğu hastalıklı ve yakın bağ, ensestvari biçimde ama seksüel olmayan bir yolla Thelma’ya hayatı dar ediyor. Babasına düşkün olan genç kızı adım adım yok oluşa sürükleyen sistemli bir kötülük, cevaplanamayan eskiye dair sorular ve kadın kadına aşkın huzurlu beklentisi üçgeninde etkili bir sinema dili kurmuş Trier. Öncekiler kadar güçlü olmasa da ruhsal çözümlemelerde yeni tatlar yakalamış ve klişelerden esinlenmiş ama başkalaşım geçirmiş psikotik bir evren kurmuş. Siyah karga ve yangın metaforu da yerli yerinde. Ne fantastik ne de gerilim denebilecek sayko bir dünya inşa etmiş. Trond’un kendi karısına ve öz kızına uyguladığı garip öz kıyımın tüm baskısını hissettiğimiz ama korumacı yanıyla da yalancı şefkat dağıtan baba rolünde Henrik Rafaelsen var. 

 

Ne yazık ki kendi ailemizi seçemiyoruz diyerek din baskısı üzerinden gizli bir şeytan gibi kendi ailesine musallat olan tehlikeli babaları ele alan Thelma, zavallı çocuklara ve gençlere adanan tüyler ürpertici gri bir kış masalı, yardım bekleyen sözüm ona ebeveynleriyle yaşayan zavallı varlıkların imdat çığlığı!

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter