Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

Roma

Roma
(8.7/10)
Yazar: Seza Köreken Yalçınkaya

“Dinleme ve anlama yeteneği çok değerlidir. Bir kez olsun, aynı şeyleri hissetmeyi başarabilen iki insan birbirini hep anlayacaktır. Bunlardan biri buzul, diğeri isterse atom çağında yaşamış olsun fark etmez.”  Andrei Tarkovsky (Mühürlenmiş Zaman)

 

Yayın haklarını Netflix’in aldığı ve aynı zamanda sinemada da gösterime girmiş olan Roma; Gravity, Children of Men gibi filmlerden adını hatırlayacağımız Alfonso Cuaron’un senaristliğini, görüntü yönetmenliğini ve yönetmenliğini yaptığı bir film olarak karşımıza çıkıyor. Roma öyle kolayca bir yerlere koyabileceğimiz bir film değil. Hiçbir yere sığmıyor. Sık sık kullanılan “görsel şölen” sözünü karşılasa bile gerçek bir sinema filmini teknik kusursuzlukla sınırlayamayız. 


Senaryosu çok günlük çatışmalar ve bu çatışmaların herkesin başına gelebilecek şekilde sonuçlanarak yeni çatışmalar yaratması, sinematografik anlatımla o kadar iyi veriliyor ki atmosfer çok gerçekçi ve aslında bizim bakış açımızla kuruluyor. Olayları Cloe’nin gözünden izlerken kimi zaman kendimizi Cloe’yi izlerken de bulabiliyoruz. Bakıştaki bu değişimi de yönetmen hissettirmeden doğal akışında yaptığı için kopukluk yaratmıyor. 


Film birçok konuya dokunuyor. Filmdeki kadınların zengin ya da fakir fark etmeksizin yaşamlarındaki büyük değişikliklerden sorumlu olanların erkek olması toplumda ne kadar kanıksanmış olsa da kadınların kesişen fakat ayrı çatışmalara sahip  hikayelerini ortaya koyuyor. Bunu yaparken de Alfonso Cuaron eril dili bırakıp dişil bir dil kullanıyor. Feminist öğelerin bulunduğu bu filme kadın filmi demek de yersiz bir sınıflandırma olacaktır çünkü film daha çok insana dair bir hikaye ve anlatım biçimi peşine düşmüş. Feminist okuma yapmamız gerekirse, yüzme bilmeyen Cloe’nin boyu kadar dalgalar arasında çocukları kurtarmak için yürüyüşü dünya toplumunda yalnız bir kadın olarak yaşamanın imgelemi gibi. 


Sınıf çatışması yer yer en gerçek haliyle veriliyor. Cloe her ne kadar çocuklarla çok yakın olsa, evin hanımıyla bir kadın dayanışması içerisinde olsa bile çocuklar da anneleri de hatta Cloe de sınıf farkının ayırdında ve her bir karakter bu sınırın ilerisine geçmiyor. Cleo karakterini bu kadar katmanlı yapan öğelerden biri de bu. Cloe başına ne gelirse gelsin sessizce karşılayıp evin tüm işlerini yapmaya devam ediyor. Bu davranışın dışına çıkmak bile aklına gelmiyor. Evin hanımı da başına gelenlerden dolayı Cloe’ye özel bir ilgi göstermiyor. Cloe’nin hikayesine tanık olurken 1970’lerde Meksika’daki siyasetin sokaklara yayılmış olduğunu da görebiliyoruz. Türkiye ve Avrupa yapımı o dönemi anlatan birçok filmde hemen hemen aynı sahneleri görmek mümkün. Roma’da olayların anlatıldığı sahnelerde izleyici rahatsız edici bir biçimde olayların dışında ve seyirci olarak tutulmuş. İzleyici olayların içerisine giremiyor ve yapabileceği hiçbir şey yok. Çaresizlik hissi izleyiciyi etkisi altına alıyor. Protesto yapan öğrenciler içerisinden arabayla geçen anneanne karakteri çok dişil aynı zamanda insani bir tepki veriyor:”Umarım dayak yemezler.” Olaylardan çok hissettirdiği duygular yansıtılmaya çalışılmış ve başarılı olmuş, bunun filmin tamamında da olduğunu söylemek yanlış olmaz. Filmin ilk yarım saati evin içerisinde geçiyor ve sıkışmışlık hissini alabiliyoruz. Bu sıkışmışlık aslında Cloe’nin hayatı. Filmin gerçek hayattan uyarlanmış olmasından etkilenmiyoruz. Yönetmen bunun gerçek hayat hikayesi olduğunu bize film boyunca düşündürmek yerine bize o atmosferi kurarak içine dahil etme yolunu seçmiş. Sadece filmin sonunda ufak bir ithaf yazısı görüyoruz. 


Film teknik açıdan kusursuz. Konu, yaratılan dil ve imgelerin uyumu seyirciyi içinde bulunduğu durumu, toplumu, evreni sorgulamaya itiyor. Yönetmen kendi filminde bir önceki filmine gönderme yapıyor. Bu gönderme de aslında tüm filmin bir imgelemi: uzay boşluğunda süzülen karakter hem cinsi tarafından yakalanıyor ve uzay boşluğunda süzülmeye devam ediyorlar.


Filmde tüm parçalar yerine oturuyor. Fazla ya da eksik bir şey yok. Siyah-Beyaz çekmek bilindiği üzere farklı bir bakış gerektiren bir durumdur. Kadrajdaki her renge daha çok dikkat etmek gerekir çünkü siyah-beyaz renk aralığında nasıl görüneceğini bilmek gerekir. Bu noktada teknik açıdan atmosferi yaratmak için sadece kamera hareketleri, açılar ve daha birçok öğeden farklı olarak bir öğe daha ortaya çıkıyor. Renklerin siyah-beyaz görünümlerine hakim olmak. Bu açıdan bakıldığında çok sınırlı gibi görünen renk aralığı dikkatle bakıldığında her tona sahip görseller sunuluyor. 


Film 2018’in en iyi filmleri arasına girmeyi başaran bir yapım gibi duruyor. Sinemaya gitmeyi bir ritüel olarak gören kitleye hitap eden bir film ve uzunca bir süre de kendisinden söz ettirecek bir yapıya sahip olmasıyla da literatürde yerini alacak gibi görünüyor.

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

RÖPORTAJLAR

Filiz Kuka: “Filmde ölüm bir amaç değil ...

Filiz Kuka: “Filmde ölüm bir amaç  değil ...

Fırat Sayıcı

Salvatore Schirmo: "İtalyan sineması...

Salvatore Schirmo: "İtalyan sineması...

Fırat Sayıcı

Emre Ahmet Seçmen: “Bu belgesel için 53 r...

Emre Ahmet Seçmen: “Bu belgesel için 53 r...

Fırat Sayıcı

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter