Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

İşe Yarar Bir Şey

İşe Yarar Bir Şey
Yazar: Mustafa İri

Festivallerin ulusal yarışma bölümlerinde bazı yönetmenler vardır. Merak edilir ve beklenirler. Pelin Esmer onlardan biri. Kendi adıma iyi bir strateji izlediğini düşünüyorum. Özgün, benzeri olmayan, şahsına münhasır işerin yönetmeni. Minimal hikâyelerin sakin yorumunda başarılı bir sezgiselliğe sahip. İddiası bu iddiasızlığında yatıyor. Sanatsal açıdan da tartışılacak alanlar yaratmayı biliyor. Zarif bir gözetleyici gibi deşifre ediyor karakterlerini. Gözetleme Kulesi hariç abartısız bir içsellik, kırgınlık ve bireysellik inşa ediyor. 

 

Altın Koza’da izleme şansına sahip olduğum ‘İşe Yarar Bir Şey’ şimdi vizyonda. Bir kez daha izleyesim var. Filmin öyküsü kısaca şöyle: Eski okul arkadaşlarının ısrarlı davetine katılmak üzere isteksiz şekilde İzmir’e doğru yola çıkan Leyla, bindiği gece treninde hemşirelik öğrencisi Canan’la karşılaşır. Gizemli Canan’ın anlattıklarından puzzle gibi gerçeği ortaya çıkaran ve kafasındaki tabloda bir de yer edinen Leyla’yı iç dünyasını yerinden oynatacak yeni bir serüven beklemektedir. Adım adım Yavuz’un dünyasına dahil olan bu yolculuk gittikçe derinleşen bir muhasebeye, hayatı kutsayan hüzünlü bir ağıta dönüşür. Soru şudur? Ölüm, yaşamın bu kadar yakınındayken şiir tek başına bu gerçekle nasıl baş edecek?

 

11’e  10 Kala’ da inatçı bir yaşlı adamın gerçek yaşam öyküsünde arşiv saplantısının  aslında ölüme direnmek olduğunu biliyorduk. Benzer biçimde Leyla karakteri de ironik şekilde kendi yalnızlığını ve hayatın geçici oluşunu bir şair olarak göğüslemeye çalışırken çıkıyor karşımıza. Trendeki isteksizliği, onu avukat olmaya zorlayacak kadar şiire küstürmüş olan anlamsızlıklardan kaynaklanıyor. Yine de derinlerde bir hayat belirtisi var Leyla’da. Hâlâ meraklı, içten içe yaşam denen yolculuğun takipçisidir. Hiçlik yerine varoluşu, hayatı seçmiştir. Yaralı ama güçlüdür. Kafası karışık ve aile baskısı altında boğulan kederli Canan Leyla için yeni bir hikâyenin de kapısını aralar. Çünkü onun anlattıklarında kuşkulu, korkutucu ve gizemli başka hayatların da kokusunu alır ve bir edebiyat dedektifi gibi iz sürer. Tam bu anlarda sıklaşan iç sesler kuşatır filmi. Şiirselliğin de yoğunlaşmaya başladığı bu anlar, filmin kimliği konusunda fikir verir. Durağan ama trenin hızına denk bir kurguyla tıkır tıkır ilerleyen bir anlatı ile gözlerimiz ve ruhumuz tatlanmaya başlar. 

 

Yönetmenin sinema dili ile diyalogta tasarlanan dil yapısı bir süre sonra bazı izleyicileri kendi kapsama alanının dışına itebiliyor. Rotasına edebi bir yolculuk olarak devam etmeye karar verdiği anlarda film, bazı izleyiciler için kasvetli ve dayanılmaz olabilir. Ama şiiri, edebiyatı ve sanatın kendisini sevenler için daha önce denenmemiş yenilikler doğacaktır. Hatta tartışmayı başka bir yöne çekerek filmin sinema dışında bir yere, edebiyata övgüye giden ve ona hizmet eden, yazının gücünü yüceleştirmek için sinemayı kullanan bir yapısallığa dönüştüğünü hissedebiliriz. 

 

Sonuç ne olursa olsun değerli bir yapımla karşı karşıyayız. Zorlu ve disiplinli bir çalışmanın, incelikli ruhlara adanmış bir soyluluğun da örneğini görüyoruz. Başak Köklükaya, Rus romanlarındaki kadın karakterlere özgü yaşanmışlık ve Agahta Christie’nin Miss Murple’ı gibi analitik duruşuyla çok iyi oynuyor. (Adana’dan En İyi kadın Oyuncu ödülü aldığını hatırlatalım) Öykü Karayel ikilemleri hakkıyla yansıtıyor ve sakin ama güçlü oynuyor. Kısa rolüyle Yiğit Özşener kilit rolde. Birkaç bakış, bir kaç sözle filmin dünyasını tümlüyor, kimlik kazandırıyor. 


Tartışmalı uzun masadaki yemek sahnesi bana abartılı gelmedi. Bir jenerasyonun gençliği yitirişi ve yaşlılık öncesi melankolisi bu sahnede güçlü şekilde hissediliyor. Daha trajik bir yaşam örneğini çatının üzerinde tutarak varoluşsal bir tehdit yaratan senaryonun bulutlandığı gamlı anlar onlar. Birlikte söylenen şarkılarla omuz omuza sallanan eski dostların bir birlerine ne faydası ne de zararı vardır. İşte ölümün soğuk nefesi tam da o yemek masasının üzerinde esmektedir. Ne bir şarkı, ne bir şiir, ne de bir dost kurtarmaya yeter. Hayat iki sokak ötedeki adamın salınan tüllerin arkasından bakarak karar aldığı vedâ vaktindedir. 


Bütün iyi yönetmenlerin en az bir kez denediği yaşam-ölüm ve gençliğin sonu gibi temaların başarıyla denendiği bir film ‘İşe Yarar Bir Şey’. Pelin Esmer’in de üç filmi arasında en iyisi. Bu yoldan giderse çok daha iyilerine de ulaşacağına şüphe yok. Şiir kadar öyküselliği de iyi kullanan bu yenilikçi senaryo, Türk Sineması adına keyif verici yeni bir dönemin de habercisi gibi gelmiyor mu size de? Benim için öyle…

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter