Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

Godot Gelmeyecek!

Godot Gelmeyecek!
(7.0/10)
Üye: Murat Kızılca
1975 doğumlu Fransız yönetmen Xavier Gens ilk uzun metrajı Sınır(da) ile dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Fransa’da yaşanan sosyal olayların ortasında başlayan film kahramanların şehir dışına çıkmasından sonra 180 derece çark ederek çok sert şiddet sahnelerine ev sahipliği yapan ve birçok korku klasiğine göz kırpan umulmadık bir yöne doğru evriliyordu. Hemen akabinde yönettiği Hitman ile bu sefer aksiyon sinemasına kayan Gens, şimdi de Mahşer Günü ile post apokaliptik bilim kurgunun sularına dalıyor.

 

Mahşer Günü çok etkileyici bir nükleer saldırı sahnesi ile açılır. New York’a düşen bombaların görüntüsü olan biteni pencereden izleyen Eva’nın gözlerinden verilir. Gözünden akan yaşlara engel olamayan Eva, nişanlısı Sam’in kolundan çekmesiyle binayı panik içerisinde terketmeye çalışan insanların arasına karışır. Binanın hemen önüne düşmekte olan bir bomba ana kapıyı tehlikeli hale getirince bu sefer herkes içeriye doğru kaçar. Şanslı olan sekiz kişi Mickey’nin kapatmakta olduğu sığınak kapısından içeri girmeyi başarır. Kapı kapandıktan sonra bina sakinleri içeridekiler ve dışarıdakiler diye ikiye bölünür ve filmin ismi ekranda belirir. (The Divide=Bölünme) Bunun yaşanacak ilk bölünme olmadığı daha en baştan altı çizilerek belli edilir.

 

Bina sorumlusu Mickey böyle bir saldırıyı öngörerek kendince sığınağı uzun süre yaşanacak bir yer haline getirmiştir. Ancak yanına sekiz kişinin daha geleceğini hesaba katmamıştır. Farklı kişilik özellikleri ile öne çıkan dokuz kişi dış dünyadan haber almadan ve neyi beklediklerini bilmeden, gözleri sığınağın kapısında, sonsuza kadar sürebilecek bir bekleyişin ağında çırpınmaya başlar. (Ey Godot, geldiysen ses ver!) Yemek ve su stokları azalıp umutlar yok olmaya yüz tutunca kapana kısılmış felaketzedeler akıl sağlıklarını yavaş yavaş kaybederler. 

 

Mahşer Günü bombaların neden düştüğü veya kimin kimi bombaladığı gibi detaylara fazla girmeden dikkatini başka bir konu üzerinde yoğunlaştırıyor. Jean-Paul Sartre’ın meşhur sözü “cehennem başkalarıdır”ı eksenine alarak insanoğlunun en büyük düşmanının yine kendisi olduğu fikrinin üzerine kuruyor çatısını. Çeşitli sanatsal enstrümanlar ile birçok kez işlenmiş bilindik bir konusu var aslında. Referans aldığı kaynaklar arasında William Golding’in ölümsüz eseri Sineklerin Tanrısı veya Öldüren Sis (2007) gibi örnekler gösterilebilir. 

 

Filmin en etkileyici yönlerinden birinin oyuncu kadrosunun ekstra katkısı olduğu söylenebilir. Terminatör, Abyss gibi filmler bir yana, en çok Aliens’daki Hicks olarak hatırlanan Michael Biehn ve senelerin eskitemediği Rosanna Arquette Mahşer Günü’nün ağır topları. Ancak Michael Eklund ve Heroes dizisinin Peter Petrelli’si olarak akıllara kazınan Milo Ventimiglia’nın beklentileri aşan performansları filmin değerini arttırıyor.

 

Bir diğer etkileyici unsur ise her sahneye ustaca yedirilmiş müzikler. Özellikle giriş ve final bölümleri bir müzik klibiymişcesine defalarca izleme (dinleme) isteği uyandırıyor.

 

Mahşer Günü yönetmenin önceki işleri gibi hareketli ya da bol kanlı bir şiddet gösterisi değil. Hatta öyle bildik post apokaliptiklere de pek benzemiyor. Ağır ağır ilerleyen, gerektiğinde şiddetin dozunu arttıran bir yapısı var. Devamlı farklı gruplara bölünen, bölündükçe diğer grubu yok etmeye şartlanan ve nihayetinde kontrolden çıkan insanoğlunun umutsuz geleceğine yakılmış bir ağıt da denebilir.

 

Murat Kızılca

 

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter