Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

Cannes Film Festivali'nde 19 Mayıs

Cannes Film Festivali'nde 19 Mayıs
Yazar: Altın Palmiye ödüllü Romen yönetmen Christian Mungiu’nun “Tepelerin Ardında”sı (Dupa Dealuri) üçüncü günümün kapanış filmiydi. Mungiu, Romen sinemasının ve kendi sinemasının temel özelliklerini taşıyan bir film yapmış. “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün… “ nasıl iki kadın ve bir erkek arasında geçiyorsa, bu film de öyle. Filmle ilgili yazıma bir başlık atmam gerekseydi “Bebek Çıkarmaktan, Şeytan Çıkarmaya” başlığını atardım.

 

“4 Ay…” nasıl bir kürtaj hikayesi idiyse ve fetüsün ana rahminden çıkarılması filmin dramatik eksenini oluşturuyorduysa, bir türlü hiç bir yere uyum sağlamayan genç bir kadının, Alina’nın, bir manastırda ruhundan şeytan çıkarılması “Tepelerin Ardında”nın eksenini oluşturuyor. Kadın ve cinselliği erkekler tarafından bir şekilde nasıl iğdiş edilir başlığı da atabiliriz bu filmlerle ilgili yazılara. “TA”nın polis soruşturmaları da, akla hemen bir diğer Romen filmi, “Polis, s.”yi hatırlatıyor.  

 

Bunun ötesinde Yılmaz Erdoğan’ı da sevindireceğini umduğum bir özelliği var filmin: Çan sesi duyuluyor! Bunca Hıristiyan ülkenin filminde çan sesi duymamak beni rahatsız ediyordu. Neyse ki bu film bir manastırda geçtiği için çan sesi kullanmaktan kaçınamamışlardı! Film Alina’nın manastırda yaşayan arkadaşı Voichita’yı ziyarete gelişiyle başlıyor. İki genç kadın birlikte bir yetimhanede büyümüşler ve belli ki sevgili de olmuşlar. Voichita artık sıkı bir Hıristiyan olmuşken, Alina sadece eski ilişkilerini yeniden canlandırmayı düşünüyor. Voichita arkadaşına yardım ediyor ama ona istediği aşkı vermeyi reddediyor. Gidecek bir yeri olmayan Alina giderek daha geçimsiz ve saldırgan oluyor. Hastaneler pahalı, eski yetimhanesine dönmesi imkansız, bir ara evlatlık olarak gittiği aile artık başka bir kızla birlikte… Alina’nın öfkesi büyüdükçe manastırın “baba”sı peder de sertleşmeye başlıyor ve film trajik bir sona doğru gidiyor. Mungiu’nun derdi Hıristiyanlıkla değil, Hıristiyanlığın kurumsal haliyle ve dine körü körüne bağlılıkla. Romanya’da dinin doludizgin ilerlediğini ve Çavuşesku’nun tamamlanamayan parlamentosunun milyonlarca dolar harcanarak tamamlanıp kiliseye aktarılmasının planlandığını yine Mungiu’nun ağzından okuduk. “TA” belli bir düzeyi tabii ki tutturuyor ama çok uzatıyor açıkçası. Daha kısa olsa daha etkileyici bir film olacakmış.  

 

Bu sabahın ilk filmi ise Nick Cave senaryolu, John Hillcoat filmi “Yasadışı”ydı (Lawless). 1930’ların depresyon ve içki yasağı yıllarında ABD’nin görece güneyinde, Virginia’da geçiyor film. Bondurant kardeşler içki kaçakçılığı ve üretimi yapıyorlar. Polisle de işlerini gayet güzel ayarlamışlar ve fakat bir gün kente Chicago’dan kendini beğenmiş ve kötü mü kötü yeni bir komiser geliyor. İşler sarpa sarıyor. Jessica Chastain bütün güzelliğiyle arzı endam etmese tamamen bir vakit kaybı diyeceğim, gerilimden yoksun, manasız bir film “Yasadışı”. 

 

Günümün ikinci filmi olarak ise ana yarışmadan değil, Belirli Bir Bakış bölümünden bir filmi seçtim: “Tanrının Arabaları” (Les Chevaux de Dieu). Faslı yönetmen Nabil Ayouch yaşanmış bir hikayeden yola çıkarak intihar bombacısı yoksul gençlerin hikayesini anlatmış. Kimi Müslümanların neden bu kadar manyakça ve çaresizce bir eylem biçimini seçtiğine dair pek bir şey söylememeyi seçen film, seyirciden çok alkış alsa da benim için hayal kırıklığı oldu. Uzun yıllara yayılan öyküsüne rağmen karakterlerini yeterince geliştiremeyen film, yine de sinemasını ve yaşamını pek bilmediğimiz bir ülke hakkında acı bazı gerçeklerle tanıştırdı bizi. 

 

Bu akşam yarışma filmi “Av”ı kırıp “Bir Zamanlar Amerika’da”nın 4 saat 15 dakikalık yeni versiyonunu seyretmeyi planlıyorum. Tabii yer bulursam.

 

 

Cüneyt Cebenoyan

nick cave
cannes
cannes 2

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter