Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

Canavar

Canavar
(7.0/10)
Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

2017  Toronto Film Festivali'nde dünya prömiyerini yaptıktan sonra tabir-i caizse gezmedik dünya festival bırakmayan Beast (Canavar), ülkemizde de 37. İstanbul Film Festivali’nde seyircilerle buluşma şansını yakalamıştı. Koca bir yaz sezonunun ardından sonbahar rüzgarlarıyla vizyon şansı bulan yapıma mercek tutma zamanı şimdi… 

 

Yönetmenliğini ve senaristliğini Michael Pearce’in üstlendiği İngiltere yapımı bu gergin film, tam bir İngiliz taşra ahlakı sorgulaması. İçinde dram da var, suç öğeleri de ama en çok kimin canavar olduğunun pinpon topu gibi gidip geldiği, bol soru işaretli bir örgü karşımızdaki. 

 

Moll (Jessie Buckley) taşrada sınırları belli -daha ziyade kilise korosu şefi olan annesi tarafından belirlenmiş- bir hayat sürmektedir. Evde göz kulak olunması gereken büyük ya da küçük aile fertleri vardır, yapılması, tamamlanması gereken hafif ya da ağır pek çok ev işi onun sorumluluğundadır; üstüne bir de tur otobüslerinde yerel rehberlik yapmaktadır. Dahası sosyal hayatında kilise korosu ve geleneksel aile yemeği gibi aktivitelerden ibaret bir yaşamı vardır. Genç bir kadın olmanın eşiğindeki ruhu kerpeten gibi sıkılırken, bu döngüyü kendi kendine bile nadiren sorgular. 

Bir gün Moll’un bu sağlam gibi görünen çemberi beklenmedik bir darbe alır, her genç kadının başına gelen onu da bulur ve Moll kasabaya gelen gizemli bir yabancıya aşık olur! 

Fakat ailesi tarafından hali hazırda kabul görmeyen bu adam, kasabadaki birtakım cinayetlerin de şüphelisi olarak yaftalanmaktadır. 

 

Pearce hikayesinin omurgasına Moll’un biraz fazla detaylıca anlattığımız taşra sıkışmışlığını koyarken, onu Pascal (Jeohnny Flynn) karakterine tam da bu sıkışmışlığın dinamikleriyle bağlıyor. Öyle bir çıkış noktası ki Moll için Pascal, hali hazırda bıktığı ailesini köküne kadar karşısına almaktan tereddüt etmiyor, öte yandan senaryonun bıraktığı ipuçlarıyla seyircinin kafasındaki ‘katil kim?’ sorusu, filmin adına istinaden ‘Canavar hangisi?’ sorusuna evriliyor. Filmin orijinal adı olan Beast’in şüphesiz ki The Beauty and the Beast/Güzel ve Çirkin başlığına göndermesi de mevcut.

 

 İngilizlerin pek sevdiği bir mevzu olan ‘taşra aşkı’ hikayesini hem bir yabancı ile kurgulayıp hem de birden çok cinayetle o yabancıya duyulan aşkı ‘lekeliyor’ Michael Pearce. Bununla da yetinmiyor, yukarıda altını çizdiğimiz ‘yaftalama’ yöntemi ile taşra ahlakının yabancılaştırma efektini en üst noktaya konumlandırıyor. Bu cinayetleri kim işlediyse mutlaka dışarıdan gelmiştir, O’dur ya da siyah olan! Filmin ırkçılık eleştirisi bu noktada çok kör gözüm parmağına gelse de bazen gerçek en klişe olandır!       

 

 

Pearce’ın yarattığı gerilim filmi finaline kadar düşmeyen şaşırtıcı bir tempoyla ve twistlerle ilerliyor. Seyirciyi Moll’un psikolojisiyle özdeşleştirmekten çekinmiyor yönetmen. 

Başrollerdeki Johnny Flynn ve Jessie Buckley’in karşılıklı oyunculuğu bu tempo açısından oldukça başarılı; öte yandan Buckley’in filmi bireysel olarak sırtladığı uzun sekansları da es geçmemek gerek. Henüz 30 yaşındaki İrlandalı oyuncunun aynı zamanda eğitimli bir müzisyen olduğunu not düşelim. 

 

Gerek taşranın gerginliğini seyirciye birebir geçiren görüntü yönetmenliği gerek, doğru müzik kullanımıyla puanlarına artı katan yapımın Michael Pearce’ın ilk uzun metrajlı filmi olduğunu da hatırlatalım. 

 

Fabula Films’in ithalatçılığında, Başka Sinema dağıtımcılığı ile vizyon şansı bulan çarpıcı yapım bu haftanın ‘festival filmi’ kategorisinden sinemalarda seyircisini bekliyor. 

 

twitter.com/duygukocabayli 

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter