Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

CAFE SOCIETY - Sosyetenin İçinde Aşklar ve Karakteristik İnsanlar

:: Videolar CAFE SOCIETY - Sosyetenin İçinde Aşklar ve Karakteristik İnsanlar
(8.0/10)
Yazar: Deniz Ali Tatar
“Hayat bir komedidir, sadist bir komedi yazarı tarafından yazılmış.”

Fragmanını görür görmez, filmin bütün halini izlemeden bir filme âşık olma huyu, bende çokça olmaya başladı. Cafe Society ile duygudaşlığımız da aslında daha filmi izlemeden başladı desem, abartı olmaz. Sosyetenin içinde hayat kavgaları, aşklar ve öne çıkan karakterle aslında bir hayat komedisi sunan Cafe Society, hafta başında da nihayetinde sinemaseverlerle buluştu. Fragmanını izlediğimden beri haftalardır beklediğim filmi, ilk günlerinde izleyebilme şansını buldum. İzlerken mutlu bir gülümseme yaratan film, aslında bakarsanız morali bozuklara, başlarda bunaltan olayları sunup daha da bunaltıp; ortasından sonra keyiflendiriyor.


60’a yakın filmde yönetmenlik, senaristlik yapı hem de rol alan Akademi ödüllü unutulmaz isim Woody Allen, yeni filmi Cafe Society’nin yönetmenliğini ve senaristliğini üstleniyor. Filmin kadrosunda ise günümüzün popüler isimleriyle karşılaşmamız mümkün. “Sosyal Ağ” ve “Sihirbazlar Çetesi” filmleriyle büyük üne kavuşan Jesse Eisenberg, “Alacakaranlık” serisinin Bella’sı Kristen Stewart, “The Age of Adaline” ve “The Shallows” filmleriyle de gündemde olan Blake Lively ile “The 40 Year-Old Virgin” ve “The Big Short” gibi filmlerin aktörü Steve Carell gibi yıldız isimler başrolleri paylaşıyor.


 

İlk Dünya prömiyerini, geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde büyük övgülerle yapan Cafe Society, hikaesini temel olarak Bronx’da doğan Bobby Dorfman'ın üzerinden seyirciye sunuyor. New York’taki hayatından iyice bezmiş olan Bobby, dönemin en popüler film yıldızlarının menajerliğini yapan dayısı Phil'in yanına, Holywood’a gider. Phil’in ajansında çalışmaya başlayan Bobby, Hollywood’un skandal, dedikodu ve güzel kadınlarla dolu göz kamaştırıcı dünyasına ilk başlarda hayran kalsa da orada gerçekliğin bir hayli esnek bir şey olduğunu keşfedecektir. Bildiği acı ve aşk kavramlarının bir bir yıkılışını gören genç adam edindiği deneyimlerle zaman geçtikçe farklı bir adam olmaya başlar. Hollywood'un deneyimlerinden sonra New York'a dönen Bobby sıfırdan yeni bir hayata başlasa da geçmişin parıltılı ancak acılı izleri onu rahat bırakmayacaktır.


Hikayesi 1930’lu yıllarda geçen film, adeta o yılların filmlerini nostalji rüzgarı havasında seyirciye yansıtıyor.  Filmin hikayesini, filme birlikte anlatan bir anlatıcının olması, sahneler sonrası geçişler ve kullanılan mekanlar, hatta fondaki müziklerle 1930’lu bir Holywood-New York rapsodisine doğru yol alıyoruz. Biraz, anlattığı hikaye ile Blue Jasmine’den izleri de taşısa da, bu film tümüyle eşi benzeri olmayan bir film durumunda. Filmlerinde genel olarak hep New York’u konu alan Woody Allen, New York’un yanında bu kez Los Angeles’a doğru gidiyor ve Holywood’a uğrayıp Holywood sosyetesini bir anlamda New York’ta sosyetik gece kulübünde birleştiriyor. Başarılı çekim açıları ve seçtiği mekanlarla seyirciye güzel bir nefes aldıran Allen, senaryoda tıkanıklıklar yaşatmıyor değil. Filmin Holywood bölümünde afallama yaşayan senaryo, New York kısmında adeta nefes alıyor diyebiliriz. Çünkü ilk kısımda olaylar çok çabuk gelişiyor ve ayrıntıya çok girilmiyor. Fakat New York bölümünde senaryo şaha kalkıyor. Nefes aldıran kısımda, Holywood bölümünde de gizli kalmış detaylara yer veriliyor.


 

Jesse Eisenberg, Bobby karakteriyle farklı bir tipleme yaratmış. Bu Sihirbazlar Çetesi veya Sosyal Ap filmlerinden çok daha farklı bir tipleme. Jesse, Bobby ile seyirciyi şapşal halleriyle eğlendirirken bir yandan da bazı hareketleriyle deli de edebiliyor. Kristen Stewart, Vonnie ile filme başak bir renk katsa da, bir çok sahnede yer alması vekarakter donanınımın az olması biraz süngüyü düşürüyor. Bence Veronica’yı canlandıran Blake Lively, Stewart’ı gölgede bırakan tarzda karakterini canlandırmış. Lively’nin sahnesi Stewart’tan az da olsa daha çok parlamış görünüyor. Keşke karakterleri değiştirselerdi diye düşünmeden edemedim. Lively’yi daha çok izlemeyi emin olun isterdim. 


Bir filmin can damarının kesinlikle soudtrackler yani müzikler olduğu düşüncesindeyim. Çünkü bazen filmden önce müzikleri sevilebiliyor. Cafe Society’nin film müziklerine de vurulmamak elde değil. Genel olarak Richard Rodgers & Lorenz Hart şarkılarını görsek de “The Lady is a Tramp - Frank Sinatra” dünyanıza sızıverip müptelası haline getirebiliyor.


 

Woody Allen filmlerinden çıkarttığımız dersler genelde;  “Bazen ne kadar uğraşırsanız uğraşın, hayat kendi bildiği gibi akar.” ve “Aşk, insanoğlunun hala çözemediği en büyük gizemdir, nerede, ne zaman, nasıl geleceğini kestiremezsin.” gibi sözler oluyor. Cafe Society’de de Allen, hayatın aslında ne kadar kısa olduğunu ve kararlarımızı en iyi şekilde vermemiz gerektiğini yineliyor. Aşkın, yakalandığı anda sahip çıkılması gereken bir duygu. Boşluğa atmamak lazım…

 

Cafe Society’ye hayran kalacağınızdan eminim. En azından 2 saat sosyeteye, tip tip insanlara ve Amerikan rüyasına kapılmak isteyenlere güzel bir tavsiye.

 

Twitter.com/CarpeDiem_Dali

 

 

 

 

 

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter