Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

Böyledir bizim sevdamız!

Böyledir bizim sevdamız!
Yazar: Kimi zaman altyazılar kimi zaman törenler, kimi zaman zoraki belediye ilişkileri kimi zaman jüriler, en çok ve en önemlisi ise gösterim koşulları sorunludur memleketimin festivallerinde! Ankara Film Festivali de bu tanıdık sorunların bazılarıyla az içli dışlı değildir hani. Ama samimiyet ve gönüllülük, kendini öyle yoğun hissettirir ki, yüreğinizi, karşılığını bulan sakin bir sevda kaplar. Hatta son gün gelip çattığında, tuhaftır ya, Ankara'dan dönesiniz gelmemiştir henüz...

 

15-22 Mart tarihleri arasında filmler Ankara'dan soruldu. 23. Uluslararası Ankara Film Festivali, tektipleşmeden dünya haline, Robert Altman'dan Antonioni'ye varan  başlıklar açtı. Yasaklar, kayıplar, değişimler, devinimler akarken perdeden, yine en büyük ilgi ulusal yarışmayaydı. Kapanış törenine varınca, memleketin yiyip bitirilişini, doğa-insan dengesi(zliği)ni, cehaleti hicveden Entelköy Efeköy'e Karşı, En İyi Film ve Yönetmen dahil dört ödül aldı. Aşk ve Devrim'in ve Yangın Var'ın adı da geceden eksik olmadı. 

 

SİYAD jürisinin En iyi film ödülü dahil Ankara'dan beş heykelcik kapan Canavar Sofrası, her ne kadar distopya sahasında yenilikçi bir eser olmasa da mutlaka görülesi! Ramin Matin'in bu ilk imzasında, 'canavarlaşmış' dört ana karakter, bizi (Gündelik yaşamdaki sosyal ve siyasi manzara itibariyle yabancısı olmadığımız) hastalıklı bir dünyanın içine atıveriyor. İstanbul Film Festivali programında izine rastlanmamasını 'talihsiz' bulduğum Canavarlar Sofrası, son dönem yerli sinemanın, ezberlenmiş dokudan muzdarip eserleri arasında ayrıksı bir girişim. Vizyon şansı bulup bulamayacağı ise muamma...  

 

KISASIZ SAADET OLMAZ


Ankara'nın mutluluk uyandıran ritüellerinden biri En Kısa Gece! En Kısa Gece'de, aslında üç ayrı seçki halinde farklı seanslarda gösterilen Kısa Sınır Tanımaz bölümündeki eserler, toplu olarak peş peşe perdeye kurulur. Gecenin 12'sinde, dünya kısalarını izlemeye başlar festivalliler. Bu seyir, siz deyin beş küsür saat, ben diyeyim seyir eyleyenlerin uykuları gelene kadar sürer! Bu yıl, gayet dolu olan salonda, ağırlıklı üniversite öğrencileri vardı. Ankara'nın huzur veren bahar havasına karşın soğukluğunu koruyan Batı Sineması'nda battaniyeler, içecekler ve yiyecekler hazırdı. Salonda dostane bir ikram havası! Kuru pastası, şunları bunları olanlar, olmayanlarla paylaştı. Seçki, çok etkili olamayan ama kıvamını tutturan kısalarla donatılmıştı. Meselelerin çoğunlukla tanıdık ve alışıldık olması biraz burktu ya olsun, yönetmenler, varlıklarını gayet hissettirdiler. 2007'de Spegelbarn adlı gerilimli kısasıyla Cannes'da yarışan Erik Rosenlund, diğer yönetmenlerden bir adım ötede durdu. İskandinav sinemasının alıp yürüdüğü şu zamanlarda, Rosenlund imzası taşıyan İsveç-Danimarka ortak yapımı Silgi/Sudd farkını net ortaya koydu. Bir salgının, bir kadında uyandırdığı korkuyu ve hüznü, bize bilim kurgu hamleleriyle geçiren, diyalogsuz canlandırma, hatırı sayılır bir seyirlik sundu.         

 

Ulusal Kısa Film Yarışması da hareketliydi. En İyi Kurmaca ödülünü alan, yılın kısa film festivallerine damgasını vuran Ali Ata Bak oldu. Yönetmenimiz  Orhan İnce, bu eseriyle, mizahı ve sinematografiyi elden bırakmadan, eğitim zemininde on iki dakikalık bir 'sistem veritabanı' oluşturuyor. 

 

"Bir uzun canlandırma yapsa da izlesek.", diye az ummadığımız Ayçe Kartal da sahnedeydi elbet. Beyinsiz'den Klonistan'a yaratıcılıktan nasibini almış kısalarıyla adını ezberleten Kartal, En İyi Canlandırma ödülünü kucaklayan Magnus Nottingham'la yine heyecanlandırdı. Bir çocuğun iç alemini, saf ve öz haliyle paylaştık.        

 

Henüz göremediyseniz, hem bu eserlere hem de Emre Akay'ın yönettiği Kırmızı Alarm'a, Şenol Çöm'ün Firar'ına, Fırat Yavuz'dan Toros Canavar'ına, Can Mengilibörü imzalı İnfantil Amnezi'ye önümüzdeki festivallerde rastlamanız dileğiyle.. (Misal, İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilecek Hisar Kısa Film Seçkisi'nde bazılarını seyir eylemek mümkün.)  

 

NERDE BU SEYİRCİ? 

Ankara'da ciddi boyutta tedirgin eden, yalnızca Ankara'ya özgü olmayan bir vaziyetti. Ulusal Belgesel Film Yarışmasına ilgi yok denecek kadar azdı. Kimileri, jüri dışında on, on beş seyirci bulabildi. Oysa yarışma filmlerinden anlaşılan gerçek, öyle ya da böyle belgesel sinema adına verimli bir yıl geçirdiğimiz. 

 

Bizi alıp Erzurum Bağbaşı'nın isyan etmiş evlerine savuran İşte Böyle'den en direkt etkilendim. Hes sebepli mağdur olan köylülerin sözleri, kıymetli bir yönetimle ve kurguyla bir olup güçlü bir hissiyat bırakıyor. Osman Şişman ve Özlem Sarıyıldız'ın kotardığı belgesel, beni kederli düşüncelere gark etti. Bazı kareler aklıma geldikçe hala dertleniyorum.

 

Bir başka hes belgeseli Erkal Tülek'in yönettiği Sudaki Suretler'di. Artvin'den Dersim'e hesin doğa üzerindeki tahribatını detaylandıran ve kendi yorumunu esirgemeyecek kadar cesur hamleler yapan belgeselin bir yan etkisi var ne yazık ki... Her türlü görsel verisine karşın bir 'makale' hissi uyandırıyor, bu da eserle kalıcı bir bağ kurmamızı engelliyor.    

 

19 Mart günü seyirci koltuğumda bir anda kendime geliyorum! "Bu kim?" diye sormadan edemiyorum, iç sesim sağolsun. "İşte yönetmen!" diyorum. Nasıl da coşkuluyum! Filmin adı: Ben Geldim Gidiyorum. Yöneten: Metin Akdemir. Şehrin çabuklaştırılmış rutini eşliğinde, kulağımızı kirleten mekanik komutlar (Lütfen bekleyiniz!) kaplıyor salonu. Ardından, aynı sokaklarda aynı nidalarla inadına bize seslenen seyyar satıcılar! Akdemir, gözlediği tüm ses sahipleriyle yakın temas kurmaktan kaçınmıyor, onları doğal ortamlarında takip ediyor ama kameraya konuşturmuyor. Onun, bu zekice uygulanmış dili vesilesiyle 'seyreden'likten çıkıp yaralı bir hakikatin parçası olabiliyoruz. Ben Geldim Gidiyorum, sinemaseveri umutla kuşatan bir 'yönetmen sineması' örneği, haliyle Akdemir'in sıradaki eserlerini bir an önce görmek için heveslenmemek ne mümkün!   

 

Bir sahte belgesel de izledik yarışma kapsamında. Elif Demoğlu'nun yönettiği Son Amazon, "Her gördüğüne inanma!" diyor ya, bu söylemin üstüne fazla bir şey eklemiyor. Seyrişeker bir deneme olarak kalıyor. Kendi adıma, Demoğlu'ndan türün daha kafa yoran, etraflı örneklerini beklemeye koyuldum.

 

Ankara'da belgesel yarışması 'profesyonel' ve 'öğrenci' başlıklarıyla ayrılıyor. Yukarıda sözü geçenler ilk kategoride yarıştılar. Bazı öğrenci filmlerinin, bazı profesyonellerin gösteremediği teknik özeni esirgemediğinden dem vurmak gerek. 

 

1989 doğumlu Sedat Aygün'ün bizi yüksek gerilim hattında çarptığı Canbaz ve 1988 doğumlu Hüdai Ateş'in, bize yakaladığı özel anlarla dokunan imzası Cneydo Ankara'dan ödülle döndü. Canbaz, Cneydo ve mevsimlik işçi parantezinde memleketin zalim hallerine bakan belgesel Toruk, vicdanı, sorguyu, duyguyu harekete geçirdiler. 

 

Ankara Film Festivali'ne yine bir gönül birliği egemendi. 

Ah, şu belgeseller de daha çok seyirci görseydi... 

Kızılırmak ve Batı Sinemalarına, 

Su'dem'e ve Orta Dünya'ya, 

Bu festivali bir şekilde her sene yapanlara 

ve 

festivalden ilgisini esirgemeyen sinemaseverlere teşekkürlerle... 

 

 

Ceylan Özçelik

 

 

 

 

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

HABERLER

Melisa Uzunarslan'ın "Geçmiyor Günle...

Melisa Uzunarslan'ın "Geçmiyor Günle...

Yakup Tekintangaç'ın Yeni Kısa Filmi &quo...

Yakup Tekintangaç'ın Yeni Kısa Filmi &quo...

43. İstanbul Film Festivali 17-28 Nisan’...

43. İstanbul Film Festivali  17-28 Nisan’...

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter