Popüler Sinema

Paylaş
Eleştiriler

39. İstanbul Film Festivali Yarışma Seçkisi-1

39. İstanbul Film Festivali Yarışma Seçkisi-1
Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

Sadece internet aracılığı ile yayın yapan Netflix,BluTV ve Puhu gibi dijital platformların ‘denetiminin’ RTÜK’e devredilmesi ve beraberin gelen sansür tartışmaları arasında 39. İstanbul Film Festivali’nin de online 3. aşaması olan ulusal yarışma filmleri seçkisi geçtiğimiz Cuma günü (17 Temmuz 2020) yayınlanmaya başladı. Önceki seçkilerden farklı olarak yarışma filmlerinin açık hava gösterimlerinin de sınırlı sayıda seyirci ile yapıldığı ekleyelim. Bu son seçkide toplamda 12 kısa ve 9 uzun metrajlı filmin gösteriliyor. İlk 3 filme kısa kısa değinelim.

 

Her akşam saat 21:00’da gösterilen filmlerden Körleşme, Şair ve Plaza’nın ilginç bir ortak noktası var, üç film de istisnasız olarak daha şehre, orta sınıfa ve hatta beyaz yakalılığa dönük yapımlar olarak karşımıza çıkıyor. Yerli sinemamızın son 15 yılda taşra bunalımlarından sıdkının sıyrıldığını düşünürsek, ilk anlamda olumlu bir intiba. Öte yandan şehirli ota sınıfı yine şehirli orta sınıfa anlatmak da kolay mesele değil. Sonuçta bir nevi ‘kendi hikayelerimizi’ dinleme durumu söz konusu. Konu ve anlatım itibariyle bu çizgide yakın zamandaki en başarılı işin de Kıvanç Sezer imzalı Küçük Şeyler filmi olduğunu belirtelim.

 

Körleşme


“Gör oldum ama hiç sordun mu bakalım ben nasılım?”Hacı Orman'ın ilk uzun metraj sinema filmi Körleşme’yi bu tek cümle ile özetlemek çok kolay değil ama baş karakterimiz Sinan’ın (Fatih Al) kendisini körlükten kurtaracak (!) göz ameliyatı sonrası hislerine tercüman olabilir belki. Hem yönetmenliği hem senaristliği üstlenen Orman, 40 yıldır görmeyerek hayatını idame ettiren Sinan’ın eşi Nilgün’ün telkinleriyle göz ameliyatı oluşunu ve esas ameliyat sonrasında karşılaştığı dünya ile yaşadığı uyumsuzlukları anlatmaya çalışıyor film. Bunu yaparken de Sinan’ın ruh hali kadar, seyirciyi Nilgün’ün duygu dünyasına da çekmeyi hedefliyor. Eksik kurulmuş olsa da iyi kötü bir çatışması olan, en azından baş kahraman için karakter derinliği olan bir hikayesi var diyebiliriz Körleşme için. Öte yandan terazinin diğer kefesi pek Nilgün’den yana ağır basmıyor; bu anlamda senaryonun feminist okuması -diğer kadın karakterlerin silikliği ile de- oldukça zayıf… 

 

Genel geçer olumlu normlar olarak bellediğimiz aydınlık karşısında karanlık ya da görmek karşısında görmemek gibi kavramların aldatıcı algılardan ibaret olduğunu felsefi düzlemde de masaya yatırmayı amaçlıyor Hacı Orman. Bu konuda da yan karakterlerden özellikle ‘Varlık Abi’nin varlığından ağır aksak olsa da destek almaya bakıyor… Filmin en büyük artısı Fatih Al’ın oyunculuğu. Üzerinde iyi çalışıldığı belli olan kör şair Sinan’ın tüm geçişlerini aktarmayı başarıyor Al. Dileriz ki film sağlıklı günlerde beyazperdede daha çok sinemasevere ulaşır…

 

Şair

 

“Yine bir ilk filmin acemilikleri ve özensizlikleri ile karşı karşıyayız” diyeceğim ama öylesine ilk filmler seyrediyoruz ki Mehmet Emin Yıldırım imzalı Şair maalesef boşa harcanmış bir emek ve zaman kaybı olarak karşımıza çıkıyor. Bir kaza anından ve baş karakter Ahmet’in o kaza ile başa çıkamayışından hareket edip, gerisini olduğu gibi yamalı bohça (patchwork) misali kurgulayan senaryo, pek çok akmayan sahnesi ve uzayıp giden aforizmaları ile boşa kürek çekiyor ve çektiriyor. Yan karakterler ile bir omurga kurmaya çalışsa da baş karakterin sıradan bunalımlarını fazlasıyla ciddiye aldığından, seyirci odağı kaçırıyor.  Filmin tek katıldığım noktası “Soğansız ciğer mi olur?” sorusu. Hayır, tabii ki olmaz. Senaryosuz da film olmaz. Bu arada Suna Senel’in sesini 60 saniyecik bile olsa duymak ne güzeldi! 

 

Plaza


“Nefis bir kısa film fikri daha, yetersiz bir uzun metrajda nasıl harcanır?” sorusuna cevap aradığımız Plaza filmi, aslında Zincirlikuyu istikametine yabancı olmayanların arayıp da bulamadığı film. Zira İstanbul’da olanlar bilir, Zincirlikuyu metrobüs duraklarının yanı başında yükselen ve uzun yıllardır bomboş duran devasa ikiz kuleler (Tat Towers) şahsım zihninde de ilginç film fikirlerini tetiklemiştir. Şehrin kalbinde tüm terk edilmişliği ile bomboş bir plaza, içinde ekmek parası için nöbet tutan güvenlik görevlisine ne vaat edebilir? 

Atanamayan öğretmen Emre’yi alıp, benzer bir boş plazaya yerleştiren Anıl Gelberi’nin cin fikirli senaryosu, maalesef aleve dönemeyen bir kıvılcımı andırıyor. Mecburi güvenlik görevlisi Emre’nin plaza ile olan mecburi ilişkisi derinlikten uzak, zaman öldürme odaklı ve seyirciyi karakterden uzaklaştıran bir dış ses olarak vuku buluyor. Üstelik karakterini coğrafya öğretmenliğinden mezun edip, 17 katlı boş bir binaya tıkan senaryo bu tezatlığın ruh halini çok yüzeysel geçiştiriyor. Emre’ye eklemlenen yan hikâyelerle ağır aksak ilerlemeye çalışan olay örgüsü, 40. dakikaya kadar seyircisine ilginç hemen hemen hiçbir şey vermiyor. 

İstanbul Film Festivali’nin ulusal yarışma seçkisi sinemacılarımız arasında genelde bir Cannes ya da Berlinale muamelesi görür. Kimse festivalden önce vizyona girmek istemez, diğer organizasyonlara başvuru planları, stratejiler genelde Nisan ayındaki festivale ve akabinde Altın Portakal ve Altın Koza’ya göre şekillenir. Eğer 2020’de yeni Türk sinemasının en çekişmeli olması beklenen ulusal yarışma seçkisinin ilk 3 filmi bu düzeyde ise, hali hazırda 2. korona dalgası bekleniyorken ülke sinemasını bu yıllık toptan kapatıp gidelim derim!

 

Bazen de acı söylemek lazım… Yine de önümüzde 6 film daha var; herkese iyi seyirler!

 

Twitter.com/duygukocabayli

 

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

HABERLER

43. İSTANBUL FİLM FESTİVALİ BAŞLADI!

43. İSTANBUL FİLM FESTİVALİ BAŞLADI!

Köpekle Kurt Arasında Moskova Film Festiv...

Köpekle Kurt Arasında Moskova Film Festiv...

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter