Popüler Sinema

Paylaş
Dosyalar

Psikolojik dünyanın korkusal karşılığı

Psikolojik dünyanın korkusal karşılığı
Üye: Kerem Akça Atmosfer, tekinsiz öğeler ve sürpriz sonun üzerine giderken doğaüstü motiflerden uzak duran ve perili ev filmi ile akrabalık kuran bir alt tür. Gotik korku filmi Hitchcock’un “Rebecca”sı ile 1940’ta başladığı sinema yolculuğunu “Cinnet”, “Tiksinti”, “Büyü”, “Ölüm Provası”, “Küçük Kıyamet” ve haftaya vizyona girecek “Ölümün Sesi” gibi duraklardan geçerek sürdürüyor. En önemlisi de alt türün “Altıncı His” sonrası son 15 senede ‘canavar’ ve ‘hayalet’ gibi motiflerin saf dışı kalmasını takiben fazlaca korkunun uğrak temsilcisine dönüşmesi elbette.

 

Korku sinemasının temellerine baktığımızda 1930’lardaki ‘şirket’ çatışmasında ‘canavar filmleri’nin fazlaca sahneyi esir aldığını görürüz. Bu durum da ister istemez karşımıza ‘seri üretim’i getirmişti aslında. Buna paralel olarak yedinci sanat, ‘gotik edebiyat’ ürünleri Dracula ve Frankenstein uyarlamalarının yanında Görünmez Adam ve Mumya gibi böylesi eğilimli ötekiler de ekledi çuvalına. Ancak 1940’lar bir değişimi beraberinde getirmiştir. Türleşmediği ‘canavar’ adını alan ‘korku kötüleri’ de bir süzgeçten geçirilmiştir.

 

Bir yandan RKO ve Universal’ın çatışması devam edip Hammer Films bu rekabete İngiltere’den dahil olurken, bambaşka alt türler ya da alt türleşen motifler devreye girmiştir. 1940’ta Alfred Hitchcock’un “Rebecca”sı ile sinemaya giriş yaptığı bilinen gotik korku filmi de bunlardan biri. Hatta en çok olgun kitleyi içine dahil eden korku kolu olarak anılabilir. Gotik edebiyat ve gotik mimari ile fazlaca karıştırılan bu konsept, aslında bunlardan bazı öğeleri transfer eder. Hitchcock da bu eseri ‘gotik edebiyat’ ürünlerine cevaben üretmiştir zaten.

 

Ancak Joan Fontaine’in Bayan De Winter karakteri gerçek anlamda bir temsil oluşturur. Onun kocasının eski eşinin ‘hayalet’i ile hesaplaştığını düşünmesi alışık olunan ‘perili ev filmi’ alt-alt türünün kalıplarını reddedecektir. Daha ziyade siyah-beyazda bir aristokrasi yozlaşmışlığı ayyuka çıkıp bellek ve hafıza kaynaşması yaşanacaktır. Zaten gotik korku filmi de genelde ana karakterin zihninde geçen, atmosferle, tedirgin edici kapalı mekanla ve psikolojik-gerilime yakın omurgayla öne çıkan bir alandır.

 

 

Amaç sürpriz bir sonla ‘metafiziksel’ veya ‘doğaüstü’ bir şey olacak mı? sorusunun cevaplarını aramaktır. Ona ‘her şey zihinde geçti’ cevabını vermektir aslında. Hitchcock’un meşhur ‘şüphe’ motifi burada en keskin gezilerinden birini gerçekleştirir. Alanın fazla ürün vermemesi ise tamamen ‘B sınıf’ta kendine yer bulma şansı olmadığındandır. Roman Polanski’nin “Tiksinti”si (“Repulsion”, 1965) ve Herk Harvey’nin “Carnival of Souls”u (1961) ise erken dönemin kayda değer gotik korku filmleridir. O zamanlar daha ziyade ‘kadının korkaklığı’ üzerinden yürüyen bu alt türün duruşu normaldir.

 

Bu da aslında fazlasıyla ‘kadın kitle’nin korkularını yansıtmak, erkeklere de izlenecek malzeme vermek için vardır. 70’lerde belki de Nicolas Roeg’un “Büyü”sü (“Don’t Look Now”, 1973) ve Polanski’nin “Kiracı”sı (“Le Locataire”, 1976) bu durumu “İblisin Kurbanları” (“The Other”, 1972) gibi örneklerine karşın ‘erkek beyni’ne de kaydırmıştır. O zamandan sonra da bu halüsinatif ve kabus odaklı durum, ‘ailenin dağılması’, ‘çocuk kaybı’ gibi konular üzerinden bir ‘çekirdek aile’ meselesine dahi dönüşmüştür.

 

“Cinnet” (“The Shining”, 1980) ve “Zindan Adası” (“Shutter Island”, 2010) gibi yönetmenine uyum sağlayamayan alt tür örnekleri de bir sinema tarihi yaprağı niteliğine bürünmüştür belki. Ancak bu alan, esasen “Altıncı His” (“The Sixth Sense”, 1999), “Ölüm Provası” (“Ôdishon”, 2000) ve “Diğerleri” (“The Others”, 2001) adlı başyapıtlar sonrası patlamıştır. Bunların devamında “Session 9” (2001), “Köy” (“The Village”, 2004), “Sağ ve Ölü” (“The Living and The Dead”, 2006), “The Beautiful Beast” (“La Belle Bête”, 2006), “Ecos” (2006), “Joshua” (2007), “Yeraltı Mezarlığı” (“Catacombs”, 2007), “Heartless” (2009), “Kabuslar Adası” (“Hierro”, 2010), “Koğuş” (“The Ward”, 2010), “Ölümün Sesi” (“Babycall”, 2011) gibi kayda değer temsiller üremiştir.

 

 

Taylan Kardeşler imzalı “Küçük Kıyamet”in alt türü yoğurup felaket filminin içinden bir ulusal işe çevirmesi de dikkatlerden kaçmaz. Bir bakıma Freudyen bellek analizlerinde ikiz kardeş, komşu sesi, kırmızı pelerinli cüce gibi tekinsiz ya da ABD’lilerin dediği gibi ‘uncanny’ öğelerin zeki bir canlandırmasıdır bu alan. Gotik korku alt türü de zaten Shyamalan temelinde çok fazla görülse de böylesi eğilimlerle yürür. Aile, geçmişten kalanlar, nostalji, kabuslar ve daha nicesi üzerinden bir melodramdan ziyade ‘gerilim’ aşılamayı amaçlar.

 

Kerem Akça

 

 

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter