Popüler Sinema

Paylaş
Dosyalar

KULAKTAN KULAĞA YAYILAN FİLMLER

KULAKTAN KULAĞA YAYILAN FİLMLER
Üye: Murat Duygu Listeyi tür ayrımı yapmaksızın sadece ve özellikle filmleri benimde sinemada değil, ya bir arkadaşımın tavsiyesiyle ya da bir şekilde farklı mecralarda keşfedip izlemiş olmamı temel alarak hazırladım. Yeni hazineler keşfetmeniz dileğiyle.

İnsanların birbirlerine zevk sahibi olduklarını göstermek veya yeni girilen arkadaş ortamlarında popülerlik kazanmak için önerdikleri çok duyulmamış müzik grupları, kitaplar, diziler ve gün yüzü görmemiş, tesadüfen keşfedilmiş, kült olmuş filmler vardır. Dosyamızda biraz bu saklı hazinelerden olan filmlere göz atacağız. Gösterime girdiği dönemde sinema izleyicisinin büyük beklentiyle izlemediği ama sonuçta bir şekilde izleyicileri ve yapımcıları şaşırtan filmler olduğu gibi büyük topluluklara ulaşamamış veya o kadar şanslı olamayıp hiç vizyon yüzü görememiş bağımsız filmlerde bu ilk gruptakiler gibi bir şekilde karşımıza çıkar ve kulaktan kulağa yayılan birer efsaneye dönüşürler. Öncelikle gösterimi devam ederken efsaneleşen filmlerden bahsedecek olursak “bereketli” 1999 yılı yapımları The Blair Witch Project, The Sixth Sense ve The Matrix sinemaseverler tarafından heyecanla karşılanıp büyük kitlelere ulaşarak yapımcılarının da yüzünü güldürmüştür. Uluslararası festivaller ve bağımsız gösterimlerde izleyiciyle buluşan ve aldığı olumlu tepkiler sayesinde farklı ülkelerde vizyon şansı bulan filmlerde bu gruba dahil edilebilir. Buna en yakın tarihli örnek hiç kuşkusuz “It Follows” ( Peşimdeki Şeytan ) isimli filmdir. Bu dosya o kadar şanslı olamayan, izleyicisiyle zamanında buluşamamış ama bir şekilde karşımıza çıkan iyi filmler hakkında. 


 

Bu filmlerin bize ulaşamama nedenleri genellikle Hollywood’un büyük film stüdyolarının yapımı olmamaları ve ana akım sinema dışında değerlendirilmeleridir. Elimizdeki listeyi oluştururken 2000 yılı sonrası yapılmış olmasına ve kolay olmasa da belirli bir sayıyla sınırlanmasına dikkat edildi. Bu yüzden liste dışı kalan ve neden yok denilebilecek birçok film de mevcut. Listeyi daraltırken, son 10 yılda hazine bulmuş gibi saldırdığımız Güney Kore ve İran sinemasından artık herkes tarafından bilinen ve efsaneleşen; My Sassy Girl, Oldboy, Gwoemul, I saw the devil, Badkonake sefid, Bacheha Ye aseman, Shekarchi gibi filmleri çıkarmak, yerlerine daha az bilinir olan başka ülke sinemalarından örnekler eklememe neden oldu. Listeyi tür ayrımı yapmaksızın sadece ve özellikle filmleri benimde sinemada değil, ya bir arkadaşımın tavsiyesiyle ya da bir şekilde farklı mecralarda keşfedip izlemiş olmamı temel alarak hazırladım. Yeni hazineler keşfetmeniz dileğiyle. İyi seyirler.


 

O Homem Que Copiava / Kopyalayan Adam ( 2003 ) Brezilya

 

Jorge Furtado’nun yazıp yönettiği film; kendi halinde bir hayatı olan fotokopi operatörü Andre’nin yaşadıklarına odaklanıyor. Annesiyle birlikte yaşayan Andre, kazandığı parayla ay sonunu zor denk getirir, kitaplara bile verecek parası yoktur ama fotokopisini çektiği şeyleri okumaktadır. Aylarca çalışıp aldığı dürbünle gece insanları ve platonik âşık olduğu kızı gözetlemektedir. Ustaca çekilmiş kimi sahneleriyle Hitchcock klasiği Rear Window’a selam çakan film eğlenceli anlatım tarzıyla türler arası geçişin altından başarıyla kalkıyor.


 

 

Los Cronocrimenes / Zaman Suçları ( 2007 ) İspanya

 

Nacho Vigalondo’nun yazıp yönettiği ( ve hatta oynadığı ) filmde; kırsalda yeni taşındıkları evin keyfini çıkarırken, eşi alışverişe gittiğinde hiç karışmaması gereken şeylere karışan Hector’un maceraları anlatılıyor. Görmemesi gereken bir şey gören Hector, içine düştüğü kısır döngüden kurtulmak için çabaladıkça, her şey daha da karmaşık hale geliyor. Film hakkında herhangi bir sürprizin bozulmadığını belirterek, paradoks konusunu akıllıca işleyen ve mantık hatası olmayan bir zaman yolculuğu öyküsü olduğunu söylemekte fayda var.


 

 

4 Luni, 3 Saptamani şi 2 zile / 4 Ay 3 Hafta 2 Gün ( 2007 ) Romanya

 

Cristian Mungiu’nun yönettiği,1987 yılında istenmeyen bir hamileliğin yasal olmayan yollarla sonlandırılmaya çalışılması olan ana fikrinin üzerine inanılmaz bir atmosfer kuran filmi sonuna kadar izleyici diken üstünde tutması ve eşsiz hikâye anlatımıyla “basit zordur” inancının altından ustalıkla kalkıyor. Dönemin Romanya’sını tekinsizlik merkezine oturtarak izleyiciye ana karakter Otilia ile beraber,arkadaşı Gabi’yi kurtarmak yerine kendini kurtarmasını hissettirecek kadar boğucu bir ortam sağlıyor. Filmdeki karakterlerin çıkışsızlığını, toplumun içinde olduğu siyasi ve ekonomik durumların metaforu olarak kullanan yönetmenin diğer filmleri gibi görülmeyi hak ediyor.

 

 

 

Pontypool / Öldüren Kelimeler ( 2008 ) Kanada

 

Yönetmenliğini Bruce McDonald’ın yaptığı, senaryosunu Tony Burgess’in yazdığı film, kalburüstü oyuncu Stephen McHattie’nin omuzlarında yükselmiş ve adından söz ettirmiştir. Pontypool kasabasındaki yerel radyoda Dj’lik yapan Grant Mazzy karakterinin, insanları şiddette sevk eden ve sözcükler yoluyla bulaşan bir virüsün farkına varmasıyla şekillenen olaylar zombi istilasından çok post-yapısalcı bir şekilde anlatılıyor. Modern toplum eleştirisinde zombileri araç olarak kullanmak yerine dil merkezli bir yapı tercih ettiğini ve her zevke göre olmadığını söyleyebilirim. 

 

 

Kynodontas  / Köpek Dişi ( 2009 ) Yunanistan

 

Yönetmenliğini Yorgos Lanthimos’un yaptığı film, dış dünyadan izole bir ailenin dış etkenler yüzünden düzeninin bozulması üzerine bir hikâye anlatıyor. Evin kurallarını belirleyen baba ve ona uyan anne dışında evde yaşayan çocukların dışarı adımlarını dahi atmadıklarını öğreniyoruz. Kardeşlerin gerçek dünyaya dair en ufak bir fikirleri yok. Bireyin sosyal yaşamdan kopuk bir ortamda yetiştirildiğinde neye dönüşebileceği hakkında enteresan şeyler söyleyen film, kavramları, nesnelerin isimlerini ve anlamlarını sorgulatan, toplumsal düzen ve özgürlük üzerine düşünmeye sevk eden özgün bir yapım.

 

 

Le Herisson / Kirpi ( 2009 ) Fransa

 

Bir kitap uyarlaması olan filmin yönetmenliğini Mona Achache yapıyor. Yalın bir anlatımla dokunaklı ve insancıl bir hikâyesi olan film, yaşam ve ölüm üzerine masalsı bir deneme olarak okunabilir. Paris’in bir semtinde, zenginlerin yaşadığı bir apartmanda kapıcılık yapan Bayan Renee ve apartmanda oturan ailenin 11 yaşındaki ölüm takıntılı kızları Paloma arasında filizlenen dostluk öyküsü olarak başlayan film, küçük kapıcı dairesinde aslında edebiyat, sanat ve felsefe dolu kitaplığıyla kocaman bir dünyası olduğu ortaya çıkan Renee’nin tıpkı Paloma gibi kabuğunu kırma çabasını anlatıyor. Binaya yeni taşınan Bay Ozu sayesinde ikisinin de hayatlarına yeni bir soluk geliyor ve film sürpriz sona doğru ilerliyor. 

 

 

Los ojos de Julia / Julia’nın Gözleri ( 2010 ) İspanya

 

Yönetmenliğini Guillem Morales’in yaptığı filmde genetik bir görme sorununa sahip ikiz kardeşlerden Sara’nın intihar etmesiyle başlayan öykü, kocasıyla birlikte kardeşinin evine gelen Julia’nın kardeşinin ölümünü araştırması üzerinden ilerliyor. Kocasının retinası sayesinde yeniden görebilecek olan Julia’nın ameliyattan sonra sargılarını açması bir müddet yasaktır. Ama kardeşinin ve kocasının ani ölümü ardındaki gerçekleri öğrenmek için fazla zamanı yoktur. Gerilim türündeki hikâyesinin kahramanı kör bir kadın olan filmin atmosferinin sağlam olmaması beklenemez.


 

Tucker and Dale Vs. Evil ( 2010 ) Kanada

 

Yönetmenliğini Eli Craig’in yaptığı film bütün bilindik gençlik korku filmleri gibi tatile giden bir grup genç ve karşılarına çıkan cahil güneyli tipler hikâyesini ters yüz ediyor. Yanlış anlaşılmalar üzerine kurulu komedi ve gerilimi ustaca harmanlayan yapım birçok gore sahne barındırmasına rağmen standart bir komedi filminden daha eğlenceli olmayı başarıyor. Masum güneyliler Tucker ve Dale’i canlandıran aktörler Alan Tudyk ve Tyler Labine’in başarılı oyunculukları filmi daha da izlenilesi kılıyor.

 

 

Sound of My Voice / Sesimin Etkisi ( 2011 ) Amerika 

 

Senaryo yazarı ve yönetmeni Zal Batmanglij olan filmin hikâyesi belgesel yapımcısı olan sevgililer Peter ve Lorna’nın duydukları gizemli bir yer altı tarikatına sızıp hakkında belgesel yapmak istemeleriyle başlıyor. Tarikatın lideri Maggie adında genç bir kadındır ve gelecekten geldiğini söylemektedir. Minimal anlatımla Peter ve Lorna’nın tarikata kabul edilişleriyle foyalarının ortaya çıkma stresini izleyiciye de yaşatan film, Maggie’yi tanıdıkça kafalarında oluşan soru işaretlerinin peşine izleyiciyi de düşürmekte başarılı oluyor.

 

 

Take Shelter / Sığınak ( 2011 ) Amerika

 

Michael Shannon ve Jessica Chastain’in birer Hollywood starına dönüşmeden önce oynadıkları film olma özelliği taşıyan yapımın yönetmeni Jeff Nichols. Filmin başrolündeki aile babası Curtis karakterinin gerçekten şizofren mi yoksa modern dünya paranoyası yaşayan sıradan biri mi olduğunu açıklamayan öyküde, rüya ile gerçeğin iç içe geçtiği sürreal görüntülerin Curtis’in zihninin oyunları mı olduğunu anlamıyoruz. Ailesinin korumaya çalışan iyi bir adamın kâbusu haline dönüşen fırtınanın temsil ettikleriyle sonuna kadar merak uyandıran film övgüyü hak ediyor.


 

 

Twitter.com/muratduygu

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter