Popüler Sinema

Paylaş
Röportajlar

"Ben neye gülüyorsam beynim onu üretiyor"

"Ben neye gülüyorsam beynim onu üretiyor"
Üye: Serdar Akbıyık Şahan Gökbakar’ın yeni filmi Celal ile Ceren izleyiciyi güldürecek. Şahan Gökbakar, Ezgi Mola, yönetmen Togan Gökbakar ve yepyeni bir isim Gökcen Gökçebağ sorularımızı yanıtladı...

 

Recep İvedik ile izleyici rekorları kıran Şahan Gökbakar Celal ile Ceren’le yepyeni bir karakterle karşımıza geliyor. Bir aşk komedisi yaptığını söyleyen Şahan sinema yazarlarına da seslenmeyi unutmuyor. “Recep İvedik bitti sanmayın. Dönecek, hem de çok ağır dönecek.” Filmde Ceren karakterini canlandıran Ezgi Mola ise Şahan ile çalışmanın çok komik olduğunu söylüyor. Üç Recep İvedik’in ve Celal ile Ceren’in de yönetmeni olan Togan Gökbakar ise bu tür filmlerin fazla yönetmen dokunuşuna ihtiyacı olmadığından dem vuruyor. İşte komedinin üstatlarının cevapları...


Celal ile Ceren yeni bir macera. Bu senaryoyu yazarken, karakteri yaratırken sizi tetikleyen şey neydi?


Şahan Gökbakar: Bu film aslında çok basit bir konudan çıktı. Bir grup kız arkadaşım var onlarla oturuyorduk. Çocukluktan beri tanıdığım kız ardaşlarım. Tam hatırlamıyorum ama yakın bir arkadaşları galiba sevgilisinden ayrılmış. Ayrıldığı çocuğu feci şekilde gömüyorlardı. O sohbete şahit oldum ve o sevgi dolu pırıl pırıl, o melek gibi kızların bir anda birer canavara dönüştüğünü görünce "Ya siz hep böyle misiniz" dedim. "Yani bazı konularda, genelde böyle oluyor" dediler. Bu benim çok hoşuma gitti. “Bununla ilgili bir film olsa çok güzel olur. Çok basit ama güzel bir konu" dedim. Onun üzerine düşünmeye başladım ve Celal ile Ceren'in hikayesi çıktı. Zaten üç senedir Recep İvedik filmleriyle sinema perdesinde izleyiciyle buluşuyordum. Bu üçlemenin üzerine birazcık ara verdim, iki, üç sene kadar. Yorulmuştum biraz. Daha sonra farklı bir filmle tekrar beni sevenlerimin karşısına çıkmayı arzuladım ve o yüzden de böyle bir film meydana getirdik. Komik oldu, içime sindi, çok mutlu oldum böyle bir film yaptığım için ve Ezgi'yle de beraber böyle bir performansı sergileme şansına eriştiğim için.

 

 

Recep İvedikler’e göre sanıyorum roller biraz daha dengeli dağılmış durumda ve karşınızdaki oyuncunun komedisi, esprisi sizinle belirli bir dengeyi tutturmak zorunda. Senaryo size geldiğinde bütün bunlar baskı unsuru oluşturdu mu üzerinizde?


Ezgi Mola: Keyif aldım çünkü hikaye çok hoşuma gitti. Baskı unsuru oluşturmadı bende. Ben daha çok komediyi televizyona yaptım sinemadan ziyade. Ama komedi çok da uzak olduğum bir şey değildi. Baskı unsuru oluşturmadı, Çok eğlendim, çok keyif aldım. Şahan'la oynamak acayip keyifli çünkü. Daha önce birlikte çalışmıştık. Kolay Gelsin diye doğaçlama sitcom projesi yapmıştık birlikte. Birlikte doğaçlama yapıyorduk o yüzden birbirimize dair fikrimiz çok net vardı. Sette de yanılmadığımızı sanırım farkettik.

 

Doğaçlama oldu mu çekimlerde?


Ezgi Mola: Senaryonun kendisi de bence çok komikti. Zaman zaman hani ağzından bir şey çıktığında, Togan (Gökbakar) ve Şahan’ın "Bunu söyle istediğin kadar, hatta bunun üstüne git" diye yönlendirmesiyle doğaçlamaya çok açık sahneler çektik. Daha başlarken, prova yaparken Togan hep "Varsa aklına gelen bir şey, lütfen yap" diyordu. Senaryoyu okumadan önce sadece Şahan'ın bana anlattığı kadarıyla bile ben çok eğlenmiştim. Okuduğumda da çok güldüm. Oynarken de buna alan açan bir durumdaydık sette. Hem Togan hem Şahan çok açıktı. Doğaçlamaya müsaitti, yaptık da.

 

Şahan Gökbakar: Ben kendi yazdığım senaryo olmasına rağmen kendi rolümle ilgili olan cümleleri birebir söylemeyi sevmediğim için diğer oyunculardan da böyle bir şey yapmasını beklemem. Onlar da benim gibi bakıyor olabilir olaya. Kendi yazdığım cümleyi sette çekim sırasında farklı şekilde söyleyebilme özgürlüğüm olsun isterim. Diğer oyunculara da zaten senaryoyu verme amacımız aslında bir başlangıc kıvılcımı oluşturmasıydı kafasında. Sahnenin matematiğiyle ilgili bir fikir versin, sahnenin içinde geçen konuyla ilgili bir fikir versin, ama istediği gibi konuşsun, ondan sonra geriye ne kalıyorsa, kendisi ne söylemek istiyorsa söylesin tarzında ben daha mutlu oluyorum. Yönetmenimiz bu konuda ne düşünüyor bilmiyorum.

 

Togan Gökbakar: Bizim dilimiz öyle bir dil ki doğal izlenimi uyandırması için içinde bir takım kusurlar ve düşük cümleler barındırması gerekiyor. Mesela İngilizce öyle değil, yazıldığı gibi okunan bir Amerikan senaryosu aynı doğallıkta veya aynı sahtelikte duyulabiliyor eşit derecede. Ama Türkçe'de şöyle bir durum var ki çok gerçek olması için dediğim gibi bazı kusurlar ve bazı bozukluklar içermesi gerekiyor. Bu bozuklukların da maalesef yazılırken hesap edilerek yazılması pek mümkün değil. Onun için bizim çektiğimiz filmlere insanların bakıp doğal bulmasının, sıcak bulmasının, gerçekten o insanlar öyle konuşuyormuş gibi bulmasının sebebi Şahan'ın içine kattığı doğallık, o konuşmanın gerçekçiliği, kusurları.. Öyle olduğu zaman daha yaşayan bir sahne oluyor bence. Bu filmi çekerken de senaryoda yazan şey sadece Şahan’ın dediği gibi bir sahnenin başlangıç noktası oluyor bizim için ve onun üzerine bir şeyler inşa ediyoruz.

 

Potansiyel dediğiniz zaman aslında size sormak istediğim bir şey var. Mesela ben Recep İvedik 3'ün açılış sahnesini her zaman çok beğenmişimdir ve belirli bir sıralamaya bence girer. Gen de yönetmenlik açısından önemli bir filmdi. Burada farklı olarak ne yapmayı düşünüyorsunuz? Çünkü bunların üzerine bir şeyler daha inşa etmek lazım.


Togan Gökbakar: Yönetmenlik öyle bastırılmış duygularınızın olduğu bir şey değil aslında. Biraz terzi işi yapılan bir şey. Bence bir filmde yönetmen kendi şovunu yapma çabası içine girerse hata etmiş olur hele böyle bir filmde. Bunu da şöyle düşünerek anlayabilir insanlar: Biz şimdi bu sektörün içindeyiz, işimiz bu, mesleğimiz bu ama 12 yaşında bir filmi izlediğiniz anı hatırlayın tek önemli şey o filmin hikayesi, ana karakterleri, köpekbalığının gelip adamı yemesi gibi bir durum. Onun için yönetmenliğin aslında hiç bir önemi yok. Hiç bir insan yönetmeni önemsemez bir seyirci olarak. Sinemaya giden insanlara sorun oyuncularına bakarak gider filmlere. Bu tarz gişe filmlerinde, komedi filmlerinde de amaç yönetmenin anlatımını sadeleştirmek, yalınlaştırmak, olayın insanlara filtresiz bir şekilde geçmesini sağlamaktır bence. O bakış açısıyla çekmeli bence yönetmen bu tarz filmleri. Gen filmi bambaşka bir filmdi, o öyle bir yönetmenlik gerektiriyordu. Bu film aslında tırnak içinde daha az yönetmenlik yapmanız gereken, yönetmenliğinizi daha az göstermeniz gereken bir film. Perde arkasında olmanız gereken bir durum. O bir seçim ve bu tarz filmlerde seçim bu yönde olmalı insanların algısını çok bölmemek, çok dağıtmamak için. Onun için benim öyle bastırılmış bir şeyim yok. Bu proje bunu gerektirir ve böyle olmalı diye başlıyorum.

 

 

Sizi de biraz tanıyalım, 2002'de sanıyorum dizi çalışmanız varmış. Ondan sonra çok büyük bir boşluk şimdi Celal ile Ceren'le geliyorsunuz. Neden bu boşluk oldu, bu projeye nasıl dahil oldunuz?


Gökcen Gökçebağ: Biz Şahan'la çok eski arkadaşız. Ta liseden beri arkadaşız ve çok paylaşımlarımız olmuştur, birbirimize katkımız oldu. Bundan önce Amerika'daydım. Beş sene Amerika'da yüksek lisans yaptım. Şahan da bu arada Recep İvedikler’i yaptı. Benim hayalim oyunculuk eğitimi için Amerika'ya gitmekti. "Şahan sen de ünlü olursun bu arada dönerim beraber film yaparız" derdim. O da “O iş o kadar kolay değil" derdi. Ama sağolsun böyle bir teklifle geldi. İstanbul'da iki, üç sene kaldım ama pek bir başarılı kariyer olmadı.

 

Filmdeki rolünüzü anlatabilir misiniz?


Gökcen Gökçebağ: Aslında benim rolüm daha çok “sidekick”, yani yardımcı oyuncu. İngiliz komedilerinde de rastlarsınız değişik tipler vardır. Bu tür adamları genelde Hugh Grant'in falan yanında görürsünüz. Kendine has adamlardır. Notting Hill'i örnek verelim mesela. Tabii Şahan çok kendine has, çok dominant bir komedyen olduğu için bizde bu yapı biraz daha farklı. Rol şahsına münhasır, daha çok evde yaşayan, sosyal hayata pek giremeyen, ya da girecekse çok değişik şekillerde giren bir tip. Bilmiyorum daha önce böyle bir karakter var mıydı? İlk biz tanıştırmış olduk herhalde böyle bir karakteri.

 

Togan Gökbakar: Kubilay karakterin adı. Bilgisayar manyağı, nerd bir çocuk. Metalci tişörtleri giyiyor. Akıllı ama sosyal olarak çok başarılı değil. Akıl veriyor Celal'e, onlar da komik olaylara sebep oluyor. 

 

Kadın karakterin öyle bir özelliği var mı?


Ezgi Mola: İki tarafın da en yakın arkadaşını görüyoruz, aslında ev arkadaşını görüyoruz. Gerçekte de öyledir, bir şey olduğunda hemen aranan birisi vardır ya. Filmde de bunu görüyoruz. O karakterin adı Gözde, Dilşah Demir oyuncunun adı.

 

Togan Gökbakar: O da erkek gibi bir kız. Arkadaşını koruyor erkeklere karşı. Kadınların gücü gibi...

 

Romantik komedi aslında çok tüketilen bir tür, Türk sinemasında da kendini göstermeye başladı. Ama sizin filminiz için komedi-romantik mi demeliyiz?


Togan Gökbakar: Aşk komedisi diyebiliriz, konusu aşk olan bir komedi filmi diyebiliriz veya konusu bir ilişki olan komedi filmi diyebiliriz. Romantik-komedi filmlerinin daha duygusal anları vardır, "Ya bunlar kavuşsun" dediğin anları vardır. Bizim filmde o duygusallıkta bir şey yok. Daha komik, daha fazla kahkaha attığın ve sonunda da tebessümle salondan çıkabileceğin bir film.

 

 

Son dönem komedilerin absürd komediye yakın olduğunu görüyoruz. Halbuki Yeşilçam'da komediler daha traji-komiktir, dramı daha derindir. Bu nokta sizin komedinizi nereye koyuyorsunuz?


Şahan Gökbakar: Valla ben içimden geleni yapıyorum. Ben neye gülüyorsam onu üretiyor beynim, ben de öyle üretiyorum ve böyle filmler meydana getiriyorum. Bu ve bundan önceki filmler de öyle. Bana komik gelen şey hem yaşıtlarıma, hem daha ufaklara, hem de daha büyüklere komik geliyormuş demek ki bu kadar insan gitti o filmlere.

 

Ezgi Mola: Şahan’ın komedisi günümüzün stilini taşıyor. Daha günümüz komedisi yapıyor.

 

Şahan Gökbakar: Daha basit hikayeler, basit durumlar, basit konular ve bu konular üzerinden yaptığım bir komedi var. Ben bundan hoşlanıyorum kendi adıma. Daha önceki Türk sinemasındaki filmleri izleyerek büyüdük. Şener Şenler, Kemal Sunallar, Metin Akpınarlar, Zeki Alasyalar, Nejat Uygurlar, Halit Akçatepeler, Sadri Alışıklar... Komedi sineması adına zaten çok dolu ve yetenekli aktörlerin olduğu bir sinemamız var geçmişimizde de. Bizler onları görerek büyüdük, onları izledik. Aslında ben daha ufağım. Mevcut komedyenler arasındaki en ufak benimdir. Ata Demirer galiba bana yaş olarak en yakın. Sekiz, on yıllık bir süre var diğer komedyenlerle aramda. Ben o yüzden hatırlıyorum. Deliler vardı Zeki Alasya-Metin Akpınar, tiyatro kumpanyaları vardı, onların videolarını izlerdik evde. Hala aklımda uçuşan replikler vardır, oyunlar vardır, filmler vardır. Tabii benim ilk olarak güldüğüm şeyler bunlar olduğu için buralardan yola çıkmışım. Aslında onlardan çok da uzak bir şey yaptığımı düşünmüyorum. Önceden çok farklıydı, şimdi farklı bir komedi var diye düşünmüyorum. Sadece birazcık daha jenerasyon farkı olduğu için tarzda ufak bir farklılık vardır. Bence bazı köşeyazarlarının, sinema eleştirmenlerinin kabul etmeme, reddetme, yok sayma, değersiz addetme güdüsü karakterin sivriliğinden kaynaklandı, karakterin yapısından kaynaklandı. İzledikleri karakteri bir komedi unsuru olarak değil de onu beğendiğinde sanki o karakteri tümüyle tasvip ediyormuşsun ve sen de öyleymişsin gibi hissettikleri için... "Hayır ben öyle değilim"in bir yolunu bulmak o karakteri yok saymak... Bir komedi filminin bu kadar ciddiye alınıp böyle pozisyon alınmasını garip karşılamıştım o zaman, hala da öyle karşılıyorum. Ben komedi filmi yapıyorum adı üstünde, insanlar gitsin bir para versinler onun karşılığında da gülmeyi beklesinler, ben de onları güldüreyim, çıktıklarında da "Abi çok güldük" desinler. Ben tamamen bu amaçtayım. Bunun dışında bir şey yapmıyorum, yaparken de dediğim gibi kendi mizahımı kullanıyorum.

 

Çok seyredilse de eleştirilen bir karakter de Recep İvedik.Özellikle kadınlara tavırları anlamında. Celal ile Ceren geldiğinde bunu düşündünüz mü?


Ezgi Mola: Ben Recep İvedik'te güldüm. Bu filmin amacı komedi filmi yapmaktı, hepsinde de güldüm. Çünkü komik şeyler var filmde. Gülmeyen de olabilir saygı duyarım ama ben güldüm. Bu filme dönersek, bana hikaye anlatıldı hem güldüm, hem oynamak istedim. Çünkü hikayenin bütünlüğü de çok hoşuma gitti, ilişkileri çok hoşuma gitti, Şahan'la oynamak da beni çok heyecanlandıracaktı. Dolayısıyla hiç bir kuşkum olmadı.

 

Bilmiyoruz tabii filmin kaderi nasıl olacak, devamı çekilecek mi, ikincisi, üçüncüsü var mıdır. Ben kendi adıma devam edeceğini düşünüyorum, bir seri olma durumu var. Bunu düşündünüz mü? Çünkü bir karakterle anılacaksınız.


Ezgi Mola: Konuştuğumuzda Şahan karşısındakine her ihtimali anlatan biridir, bunun da konusu geçmişti aramızda. Ama "İkincisi olacak mı acaba" diye bir daha düşünmedim. O konuşma esnasında bunu düşündüm. Kendi adıma şu anda filme o kadar yükselmiş durumdayım ki ben de herkes gibi merak ediyorum işin içinde olan biri olarak, çünkü bir kere izledim. Nasıl bir şey yaptığımızı beyaz perdede görmeyi ben de istiyorum, heyecanlıyım. Dolayısıyla tek odaklandığım şey bundan sonra filmin kaderiyle ilgili olacak. Sonrası olursa mutlu olurum çünkü çok eğlendim. Yaptığım işi sevdim eğer olmazsa da benim yaptığım işler arasında özel yeri olan, çok eğlendiğim ve çok keyif alarak oynadığım bir iş olacak.

 

Aslında yaptığınız iş çok zor. Mesela Peter Sellers ilk Pembe Panter'i yarattı ve ne yaparsa yapsın ondan kurtulamadı. Sonuçta Recep İvedik de Türkiye'de bir fenomendir, şimdi bunun dışında bir şey yapıyorsunuz. Bu sizde baskı unsuru oluşturdu mu?


Şahan Gökbakar: Peter Sellers örneğinden yola çıkarsak, Peter Sellers yaptığı Pink Panther serilerinden aslında çok da keyif almıyor. Blake Edwards'ın yazdığı ve ona sunduğu projeler ve artık son dönemlerinde sadece Being There filmini yapmaya çalışıyor. Komedyenlerin bence içine en rahat düşebileceği tuzaklardan biri belli bir yerden sonra artık komik olmaktan rahatsız olmak veya komik olmanın onların değerinden götürdüğünü düşünmek, daha entel bir şey yapma çabası, daha kendini kanıtlayacak, takdir edecek bir grup için bir şey üretmeye çalışmak. Petter Sellers zaten yaptığı Pink Panther serilerinin belli bölümünde mutlu olmadan, sadece maddi olarak bulunmak için bulundu. Daha sonra yaptığı filmler Dr. Stranglove'da falan daha kara komediler, daha ağır komediler. Daha siyasi. Orada Rus Devlet Başkanı ile konuşması... Onlara çok gülmüştük o zamanlar. Ama Pink Panther'la alakası olmayan bir tarz.

 

Gökcen Gökçebağ: The Party filmi mesela tamamen farklı bir şeydir.

 

 

Dedikleriniz doğru ama ikinci bir fenomen karakter yaratmaya çalışmıyor. Burada sizin durumunuz daha zor.


Şahan Gökbakar: Ama ben Recep İvedikler'i yaparken de çok eğleniyorum, onun üzerine bir karakter yaratmaya çabalamıyorum. Recep İvedik filmleri yapmaya devam edeceğim zaten. Dört, beş, altı, on, 15... Allah ömür verdiği sürece. O yüzden sakın sinema yazarları "Oh değişik bir şeye geçti" diye sevinmesin çünkü geri döneceğim. Geri döneceğim... Ve daha ağır şekilde geri döneceğim...

 

Celal ile Ceren'in devamı olacak mı?


Şahan Gökbakar: İnşallah. Ben şöyle bakıyorum: Biz bir mutfağız bu mutfaktan yemek çıkartıyoruz, BKM Mutfak değil tabii ki, o yemek izleyici tarafından beğenilip "Hadi bir tabak daha yiyelim biz bundan" derlerse bir tabak daha servis ederiz tabii ki. Biz Recep İvedik'i üçleme diye düşünmemiştik. Ben kendi adıma üçleme diye düşünmüştüm, ondan sonra devam ederiz diye düşünmüştüm. Ama zaten yapımcı o zaman öyle düşünmediği için "Abi ikincisi olur, birincisini yapalım da" diye davranıyorlardı. "Bir bakalım, 750 bini geçerse olabilir tabii ki" falan diyorlardı. Dediğim gibi seyirci bir daha istiyoruz, bu hikaye ikinci bir senaryo doğurabilir denirse yapılmasından yanayım. Neden olmasın insanlar güldüğü sürece yapmaktan yanayım.

 

Türk izleyicisi zaten komediyi tüketmeye dünden razı. Fakat son dönemde Cem Yılmaz'ın Fundamentals olayı vizyona girdiği zaman şöyle bir şey düşünmemiz gerekiyor aslında, “Acaba tiyatro sahnesinde yapılan, yani sinema sanatının inceliğinin çok da görülmediği komedi seyirciye artık gerçekten yetiyor mu?” Yani seyirci artık daha fazla sinemaya değil aslında daha çok komediye muhtaç. Bu konuda ne düşünürsünüz?


Ezgi Mola: İnsanlar gülmeye ihtiyaç duyuyorlar. Evet. Bu noktada filmden yola çıkarak bir şey söylemem gerekirse belki şov izlemeyen, ya da izleyen sinemada da izleyip biraz daha gülmek istiyor bence.

 

Şahan Gökbakar: Benim fikrim şöyle, her komedyenin kendine ait bir lezzeti olduğunu düşünüyorum. Ben kendi lezzetimi ve komedimi sergilediğim filmler yapıyorum ama diğer komedyen arkadaşlar başka projeler yapıyor. Filmler yapıyorlar, gösterilerini sinemaya koyuyorlar, bir çok komedyenin içinde bulunduğu daha geniş kadrolu işler yapıyorlar. Farklı farklı lezzette, farklı farklı tatta ürünler çıkıyor. Ben her zaman değişiklikten, farklılıktan, çokluktan yanayım. O yüzden bunun artarak devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Yeni komedyenler çıkması gerektiğini düşünüyorum. Yeni senaristler çıkması gerektiğini düşünüyorum Türkiye'de ve önünün çok açık olduğunu düşünüyorum bu sektörün. Rakamların önümüzdeki 10 sene içerisinde şaşırtıcı derecede büyüyeceğini düşünüyorum. Ben belki de Recep İvedik 1'i çektiğim zaman 35 milyonluk sinema seyircisi vardı, sırf benim filmime gelen bunun yüzde 14'üydü.

 

Böyle bir şey gurur yaratıyor mu?


Şahan Gökbakar: Benim için çok büyük gurur. Birinci filmin başarısı, ikinci filmin başarısı derken üçüncü filmin başarısı, yurt dışındaki gişe başarıları... Benim gerçekten göğsümü kabartan şeyler, mutlu eden şeyler.

 

- Emin Alper'in Tepenin Ardı filmi 2012 için sinema olarak çok başarılı bir filmdi. Fakat yedi kopya girdi. Bildiğiniz gibi sinema salonlarında bir sıkıntı var, bir tekel söz konusu. Siz popüler film üretiyorsunuz ve her zaman çok seyrediliyor. Bu noktada sizin bakışınız da önemli, siz nasıl yorumluyorsunuz bu problemi?


Şahan Gökbakar: Şöyle düşünmek lazım ben bu olaya bakarken... Söylediğiniz filmi ben duymadım, izlemedim, gerçekten bilmediğim bir film, nasıl bir film olduğu hakkında da yorum yapamam.

 

İsmi önemli değil aslında, bağımsız her Türk filmi için bu yorum yapılabilir.


Şahan Gökbakar: Neden yedi kopya girdiğini düşünmek lazım.

 

20 kopya çıktı, sinema salonu bulamadığı için yedi kopya olarak girdi.


Şahan Gökbakar: Sinema salonlarını bakkal gibi, bakkal rafı gibi düşünün, oraya getirip herkes ürününü koyuyor. İçeriye de müşteriler gelip "Ben şunu istiyorum, şunu istiyorum" diyor. Dolayısıyla bakkal sahibi de hiç kimsenin rağbet etmediği ürünü raftan kaldırıyor. Tamamen böyle bir mantık bu. O film galiba sanat sinemasına hitap eden bir film. Sadece o film ve yönetmen arkadaşımız yaşamıyor bu problemi, Ferzan Özpetek de yaşıyor, Nuri Bilge Ceylan da yaşıyor. Cannes'da ödül alıp burada 8 bin kişi izliyor, 10 bin kişi izliyor. Bu birazcık o tarz sinemanın şu anda popüler kültür ve talebe karşılık verememesinden kaynaklanıyor. Bu o sinema olmasın, hiç bir zaman yayınlanmasın değil tabii ki bu tarz filmleri seyircisiyle, alıcısıyla buluşturan sinema salonları olması lazım ve o sinema salonlarında buluşması lazım.

 

Togan Gökbakar: Mesela Kültür Bakanlığı böyle bir sinema açabilir İstanbul'da, sadece salon bulamayan sinemalar için. Bir de şöyle bir durum var teknoloji, internet gelişiyor ya bu aralar bence önümüzdeki 10 yıl içinde bir demokratik durum söz konusu olacak ve Apple TV gibi "video on demand" şeklinde olabilecek. Orada en azından demokratik olacak, senin filminle onun filmi yanyana, isteyen satın alabilecek. Kendini satması için bir alana ihtiyacı olmayacak. O zaman kaç kişi izleyecekse o filmi izleyebilecek.

 

Şahan Gökbakar: Bu konuda ben şöyle düşünmüyorum "Komedi filmleri, popüler kültür filmleri o kadar fazla ve o kadar her yerde ki, entellektüel doluluğu olan sanat ağırlıklı filmler yer bulamıyor. Tu kakadır bu popüler kültür" demem. Çünkü bir nevi de o popüler kültür filmlerinin topladığı hasılattan kesilen Kültür Bakanlığı payı dağıtılıyor öbür sanat filmlerine. Bir çok insan başvuruyor ve filmi için oradan fon alıyor. Aslında devlet o destekleyen mekanizmayı kurmuş, kurmaya çalışmış daha doğrusu, oraya bir yönelmiş. "Ben buradan topladığım parayla oraya bir fon yaratayım" demiş. Zaten o yönetmen arkadaşım, o filmleri yapanlar için de bir gişe beklentisi olduğunu düşünmüyorum. Onların daha ödüle yönelik, daha festivallere yönelik işler yaptıklarını düşünüyorum. Beklentilerinin, aldıkları hazzın o olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla "Hem o tarz bir film yaptım, hem de niye bunu insanlar izlemedi, niye sinemacı buna yer vermedi" bakış açısı pek doğru bir bakış açısı değil.

 

Konuyla pek alakası yok ama röportajlarımda her kadın oyuncuya mutlaka sorarım... 1980'le 90'nın ikinci yarısı arasında Türk sinemasında feminizmin ağırlığı hissedilir. O dönemin Müjde Ar, Nur Sürer gibi birçok ikon ismi var. Fakat 90'dan itibaren özellikle 2000'lerin başından itibaren hem kadın oyunculukları anlamında, hem de filmler anlamında bir geriye adım atıldığını düşünüyorum. Siz buna katılıyor musunuz?


Ezgi Mola: Gerçekten de tam da dediğiniz dönemlerde kadın oyuncuların geri plana atıldığını demeyeyim de, bir şekilde o dönemin de birazcık ülkenin içinde bulunduğu konumla da alakalı olduğunu düşünüyorum bunun. Siyaset ve içinde bulunduğu politikanın da etkili olduğunu düşünüyorum ama yeniden o heraketlenmenin adımlarının atıldığını düşünüyorum. Son özellikle altı, yedi yıldır gördüğüm kadarıyla, çünkü öğrencilik sonrası çok daha düzenli takip etmeye çalışıyorum herşeyi ve 90'lardaki kadar değil.

 

Besteniz var galiba filmde?


Şahan Gökbakar: Filmin son jeneriğinde çalan şarkıyı ben yaptım.

 

Söz müzik olarak mı?


Şahan Gökbakar: Evet

 

İlginç. Daha önce böyle bir şey yoktu değil mi?


Şahan Gökbakar: Yoktu. Zaten çok açıklanmasını istemem. Keşke farketmeseydiniz.

 

 

Röportaj: Serdar Akbıyık

 

twitter.com/serdarakbiyik

 

Diğer dosya, eleştiri ve röportajları için tıklayınız

 

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter